"He stepped down, trying not to look long at her, as if she were the sun, yet he saw her, like the sun, even without looking.”
Tolstoy.
Pazar, Eylül 22, 2013
Yusuf'un Halleri
Neden yazmıyorum? Tüm günlerin en büyük yazarı
bu soru değilse nedir... Tüm peygamberleri var eden, Dostoyevski’leri yoktan
Tolstoy’layan soru budur kardeşlerim! Madem ölüyorum, neden yazmıyorum...
[ >Yağmur - Bülent Ortaçgil & Erkan Oğur ]
[ >Yağmur - Bülent Ortaçgil & Erkan Oğur ]
“Sen ki, aşkta aldatıldın”
Üç gün önce varlığından dahi bihaber olduğum M’nin evinde kalıyorum, salonunda, yerde bir yer yatağım var, hemen çalışma masasının yanında, solum mutfağa bakar, ayak ucum büyük salona açılır, başımda bilgisayarlar, devriyeler, polisler. Ranza, Muhammed İsa aşkına. Herkes biliyor bazı ölüler, artık bunun büyük bir iddia olmadığını ispatlamak için ölürler.
Aşkı olduramadığım da, kendimi öldürmeyi
denediğim vakidir, ama işe yaramadı. Türkiye’de kendini Rus Edebiyatı’nda
sanmak güzel bir modadır, ben de sanırdım. Hangi kitabın hangi kahramanı her
gün bira içip, kollarını jiletlerdi şu an hatırımda yok ama, büyük ihtimalle
büyük Rus romancıları Çar’ın adamlarından çekindikleri için esrar mevzuuna
girmediler. Kafkas’ın karakterleri bile esrarkeş değildir zira. Akıllara zarar.
“Abra-kadabra, Nope, You are still a bitch!” demiş Amerikan pop’u. Bizimkisi, başkalarının altından inliyenlere yapılan bir güzelleme geleneğiydi yıllarca. Türk erkeği, vajina ithalinin uzun dönemli yasaklarından dünyanın en güzel açık hava travmalarını çıkarmış bir dehadır. Hepsinde bu dehanın pırıltıları mevcuttur. Mevcudiyetimizin yegane sebebi budur. Am.
“Abra-kadabra, Nope, You are still a bitch!” demiş Amerikan pop’u. Bizimkisi, başkalarının altından inliyenlere yapılan bir güzelleme geleneğiydi yıllarca. Türk erkeği, vajina ithalinin uzun dönemli yasaklarından dünyanın en güzel açık hava travmalarını çıkarmış bir dehadır. Hepsinde bu dehanın pırıltıları mevcuttur. Mevcudiyetimizin yegane sebebi budur. Am.
Am ki aşkta kaybettim, bir sikte de
kazanamadım. Ne diyordum sayın okur, edepsizliğimi bağışlayın, ben gelenekleri
devlet politikalarıyla ana damarlarından kesilmiş bir işçi ailesinin çocuğuyum,
zat-ı şahanelerinin orta sınıf kaygılarından zaman zaman azade olurum. Modern
dünyanın piçleri olarak bizler, her destanın yanlış karakteri, her şiiri
tersten okuyan biçareler, ve dahi aşk diye içine düştüğümüz lağımları ölesiye
sahiplenmiş hastalarız. Bunlar retorik değil. Hangi Yusuf, Züleyha’sı
başkasıyla sikişirken, tutup da kendini kuyuya atar? Yusuf’un kollarını jiletli
gören Yakub’un onu azarladığını rivayet eden oldu mu? Yusuf, kafasını jöleleyip
jöleleyip, Züleyha’nın evinin ışığına bakıp, acaba adam evden çıkmış mıdır diye
Mısır’ın sokaklarını hiç arşınlamış mı? Gece dört buçukta, güneşten az evvel,
Züleyha’ya sms atıp, ağlayan bir Yusuf var mı?
[ >Zülüf Dökülmüş Yüze – Neşet Ertaş Dedebaba Hz. (as) ]
[ >Zülüf Dökülmüş Yüze – Neşet Ertaş Dedebaba Hz. (as) ]
Meğer Yusuf’un gömleğindeki yırtık, onun
acizliğinin alamet-i farikası mıymış? Artık o herifle yatma diye yalvaran
Yusuf’u, Züleyha bir güzel benzetmiş mi? Haşaaaaa, dediğinizi duyar gibiyim
sayın okur, haaaaşa’nız bir mana ihtiva etmiyor. İkiyüzlüsünüz, ve ülkeniz
bunun cisim bulmuş hali, katılaşmış hali.
Ferhad dağları delerken, Şirin’in, babasının
kapıkullarından birini hayal edip, ıslanmadığına inananınız var mı Allah
aşkına? For god damn sake, i mean. Sol eliyle göğüslerini tartarken, sağ eliyle
kendiyle oynayan Şirin kimleri hayal ediyordu üstünde. Ferhad ki bir maldı, ve
dağları deldi. Halbuki sol eli, ya da dengi bu maceraya son verebilecek kadar
yakındı. Şirin’i altında, “devam et, devam eeet, durmaaa” diye kim inletti,
Ferhad’ın olmadığı tarihsel bir vaka, belgeleri filan var yani, Şirin’i Ferhad
bir kez dahi inletemedi, ama kazmadan kürekten nasırlaşmış elinin, dalgasını
acıttığını bilmek için mütercim olmaya ne hacet.
Aşka yapılan tüm güzellemeler için boş pamuk
şekerler gibidir. Pamuk şekerlerin içi boş değil. Aşkın da öyle. Yunanlı’lardan
sadece iyi taverna müzisyeni çıkmaz, mesela “lanet olsun sana” diye bir aşk
şarkısı da yaparlar ki, bizim toprağımızın en delikanlı çıkışıdır.
Başkasının zekerini, kendine zevkle duhur
ettirmiş bir kadını hala seviyor muyuz sayın okur? Seviyoruz, ister seve seve,
ister sike sike seviyoruz.
“Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.”
Salı, Eylül 10, 2013
Müslim'in Yalnızlığı
Allah-u Ekber ve dahi bütün güzeli yaratan O'dur, tektir, yektir, aramızda aşk vardır. Bu da uzun öğleden sonralarında ve sabah'ın ilk ışıklarında, tenha'da fısıldadığım şiirdir O'na:
"Müslim'in yalnızlığı" diye bir şey var kalbimizde dört metrelik karadelik misali. Yezid'ler bilmez, ömrü hayatında Muaviye sevmiş adamın hissedemeyeceği kadar uzak ve derin bir delik. Ucu belli değil.
Müslim'in yalnızlığını dünya'ya üç milyara üç milyar halısaha maç yaptırmasına bile değişmem. Müslim'in yalnızlığı uzun bir yalnızlık.
Rivayetler muhtelif, kiminde on-sekiz-bin adam toplayan Müslim, kiminde yirmi-üç-bin adam topluyor, ve işte gönlü mazluma teşne kardeşim, o Müslim ertesi gün yalnız katlediliyor. Yalnız.
Eeeey Müslim, gözleri sürmesiz güzel, Hüseyin'in şerefli postacısı, atlara en çok binicisi.
Hüseyn'i bıraksalardı, Küfe'yi yakıp dönecekti imanıma...
Hüseyn'i bırakmadılar, Cibril koştu, Fatma Ananın guzuları, Zeyneb söyledi, Zeynel esir düştü. Biz buradayız. Bu da devreden toplumsal travma.
"varsa bir hakikat senle ben arasında
ben ordan geçiyorum
hakikatle, yani yalnızca senin ve benim aramda
her şekilde oturabiliyorsam karşında böyle hiç
durmadan
işte böyle"
"Müslim'in yalnızlığı" diye bir şey var kalbimizde dört metrelik karadelik misali. Yezid'ler bilmez, ömrü hayatında Muaviye sevmiş adamın hissedemeyeceği kadar uzak ve derin bir delik. Ucu belli değil.
Müslim'in yalnızlığını dünya'ya üç milyara üç milyar halısaha maç yaptırmasına bile değişmem. Müslim'in yalnızlığı uzun bir yalnızlık.
Rivayetler muhtelif, kiminde on-sekiz-bin adam toplayan Müslim, kiminde yirmi-üç-bin adam topluyor, ve işte gönlü mazluma teşne kardeşim, o Müslim ertesi gün yalnız katlediliyor. Yalnız.
Eeeey Müslim, gözleri sürmesiz güzel, Hüseyin'in şerefli postacısı, atlara en çok binicisi.
Hüseyn'i bıraksalardı, Küfe'yi yakıp dönecekti imanıma...
"dalgınlığı, dargınlığı hırka gibi üstümde taşıyorsam
sen ve benim aramda olduğundandır
ben bunca yıl bir başıma
taşıdıysam kendimi oralardan buralara
senin ve benim aramızda bir aşk olduğundandır"
Hüseyn'i bırakmadılar, Cibril koştu, Fatma Ananın guzuları, Zeyneb söyledi, Zeynel esir düştü. Biz buradayız. Bu da devreden toplumsal travma.
Perşembe, Eylül 05, 2013
Mister Tom'ın Kuru Götü
I.
- Mister Tağm, Mister Tağm dedi, ağzının buruşuk yerlerinden götveren müdür muavini. Çayına baktı.
- İşte böyle, o okulu bitirmişsiniz, şu kitapları okumuşsunuz, gördünüz mü bir faydasını. O kapıya posterlerini astığınız herifler sizi kurtaracaklar sanki. Ya huu, insanda biraz feraset, asalet, tıynet olur, siz de bizim gibi paraya muhtaçsınız... Çayına baktı.
- Mister Tağm, siz iyi bir çocuksunuz, iyi niyetinizden şüphem yok, ama dikbaşınızı indirin biraz, hayatımıza devam edelim. Oğlum bize iki çay gönderin.
II.
Mister Tağm çayını efendi gibi yudumladı. "Be beynünü sikdüğümün yavşağu" diyen babasının sesi gaibten gaibten kulaklarına çınladı, içinden dedi, "Beybabam ne kadar da haklılarmış." Çayını masaya koydu.
III.
Mister Tağm, devam eden on dört gün boyunca karısı ve çocuklarını dövdü, dövdü, dövdü.
Çocuklarından büyüğü bugün 30'larında. Diğeri de o civarda olmalı değil mi sayın okur... Ahahahahha, sayın okur, ahahahha.
IV.
Mister Tağm'ın oğlu yiğirmi tokuzuncu yaş gününü büyük bir çoşkuyla kutladı. Ve daha sonra Letski Trasyedravinova gazetesinde de yayımlanacak olan şu unutulmaz tiradı verdi:
- Ben sıkıldım işte bu halden sayın Trasyedravinovalılar. On iki yaşımda evden çıktım, soğuk Brijinska ovasının neredeyse her mektebinde yatılı okudum, teneke toplayarak, pazarlarda tornetçilik yaparak, götveren kantin sahibinin ağız kokusunu çekerek açlığımı bastırdım. Tanrınız güya yanımdaydı. On yedi yıldır dediğiniz hayatı yaşadım. Kiliselerinizde vaaz ettiğiniz, okullarınızda örnek gösterdiğiniz adamların hepsi bendim. Geceleri tek başına kalınca Kuran öğrenen, gündüzleri üzerine güneş doğurmayan da bendim. Barlara gitmedim, karılarınızı sikmedim, bilakis bıraktım onlar beni sikti. Şertov'lu Nalan'la girdiğim münasebeti haydi geçtim, Frenk diyarında memleketlim deyip sevdiğim Revena'nın vücudumda ve ruhumun derununda açtığı yaralar hepimizin malumu oldu. Dört destana konu oldu, yetmedi Trasyedravinova Devlet Tiyatrosu'nda beş yıldır "Bir Delinin Hatıra Defteri" ile kapalı gişe oynadı. Ben bu halden sıkıldım, artık yeter. On yedi yıldır dediğiniz hayatı yaşadım, geceleri dışarı çıkmadım, avamın güldüğüne gülmedim, beyzbol maçları izleyenleri ezikledim, kahveye giden ahbaplarıma müstehzi müstehzi gülümsedim, okey oynayalım diyenlerle dalga geçtim... On yedi yıldır... Şimdi kendimden de kaçmak istiyorum.
- Kendimden kaçmak istiyorum. Kendimden, tüm biriktirdiğim kitaplardan, güya entellektüel zevklerimden, tüm o şapşal gıygıylardan, gözlüklü baylardan, on dokuzuncu yüzyıl avrupasına yapılan atıflardan, şiir söyleyenlerden kaçmak istiyorum. Kendimden kaçmak istiyorum, kaçamadıkça da kendime uyuz oluyorum. Bilenleriniz vardır belki bu duyguyu. Kendinden kaçamamanın verdiği, adamın midesine ekmek pıçakları sokmak isteten, Stefan Zweig kardeşime şehadet şerbeti içiren bu mel'un duygu... Kaçamıyorum. Eskiden aşağıladığım herşeyi deneyesim var, aşağıladığım her insanı olasım, aşağı gördüğüm her adeti yapasım var. Şehrin en izbe köşelerinde otuz yıldır üzerlerinden bir tek kamyonun bizatihi geçmediğinden emin olunan orospuların, fuhuş dünyasının olmazsa olmaz musikilerinin, beyin uyuşturan içkilerin, içilmeyenlerin, çekilenlerin, çakılanların hepsinin ağası, babası ben olacağım. Artık yetti, kendinden kaçmayanın canı çıksın.
V.
Tüm bu olup biteni büyük bir sükunetle dinleyen müdür yardımcısı buruşuk ağzıyla
- Hay Mister Tağm, senin kuru götünü sikeyim, dedi.
Serçe parmağıyla çevire çevire, bir dönem Avrupa'sını kasıp kavuran Kraliçe grubunun kasetteki en sevdiği parçasına getirip, dinlemeye koyuldu.
VI.
- Mister Tağm, Mister Tağm dedi, ağzının buruşuk yerlerinden götveren müdür muavini. Çayına baktı.
- İşte böyle, o okulu bitirmişsiniz, şu kitapları okumuşsunuz, gördünüz mü bir faydasını. O kapıya posterlerini astığınız herifler sizi kurtaracaklar sanki. Ya huu, insanda biraz feraset, asalet, tıynet olur, siz de bizim gibi paraya muhtaçsınız... Çayına baktı.
- Mister Tağm, siz iyi bir çocuksunuz, iyi niyetinizden şüphem yok, ama dikbaşınızı indirin biraz, hayatımıza devam edelim. Oğlum bize iki çay gönderin.
II.
Mister Tağm çayını efendi gibi yudumladı. "Be beynünü sikdüğümün yavşağu" diyen babasının sesi gaibten gaibten kulaklarına çınladı, içinden dedi, "Beybabam ne kadar da haklılarmış." Çayını masaya koydu.
III.
Mister Tağm, devam eden on dört gün boyunca karısı ve çocuklarını dövdü, dövdü, dövdü.
Çocuklarından büyüğü bugün 30'larında. Diğeri de o civarda olmalı değil mi sayın okur... Ahahahahha, sayın okur, ahahahha.
IV.
Mister Tağm'ın oğlu yiğirmi tokuzuncu yaş gününü büyük bir çoşkuyla kutladı. Ve daha sonra Letski Trasyedravinova gazetesinde de yayımlanacak olan şu unutulmaz tiradı verdi:
- Ben sıkıldım işte bu halden sayın Trasyedravinovalılar. On iki yaşımda evden çıktım, soğuk Brijinska ovasının neredeyse her mektebinde yatılı okudum, teneke toplayarak, pazarlarda tornetçilik yaparak, götveren kantin sahibinin ağız kokusunu çekerek açlığımı bastırdım. Tanrınız güya yanımdaydı. On yedi yıldır dediğiniz hayatı yaşadım. Kiliselerinizde vaaz ettiğiniz, okullarınızda örnek gösterdiğiniz adamların hepsi bendim. Geceleri tek başına kalınca Kuran öğrenen, gündüzleri üzerine güneş doğurmayan da bendim. Barlara gitmedim, karılarınızı sikmedim, bilakis bıraktım onlar beni sikti. Şertov'lu Nalan'la girdiğim münasebeti haydi geçtim, Frenk diyarında memleketlim deyip sevdiğim Revena'nın vücudumda ve ruhumun derununda açtığı yaralar hepimizin malumu oldu. Dört destana konu oldu, yetmedi Trasyedravinova Devlet Tiyatrosu'nda beş yıldır "Bir Delinin Hatıra Defteri" ile kapalı gişe oynadı. Ben bu halden sıkıldım, artık yeter. On yedi yıldır dediğiniz hayatı yaşadım, geceleri dışarı çıkmadım, avamın güldüğüne gülmedim, beyzbol maçları izleyenleri ezikledim, kahveye giden ahbaplarıma müstehzi müstehzi gülümsedim, okey oynayalım diyenlerle dalga geçtim... On yedi yıldır... Şimdi kendimden de kaçmak istiyorum.
- Kendimden kaçmak istiyorum. Kendimden, tüm biriktirdiğim kitaplardan, güya entellektüel zevklerimden, tüm o şapşal gıygıylardan, gözlüklü baylardan, on dokuzuncu yüzyıl avrupasına yapılan atıflardan, şiir söyleyenlerden kaçmak istiyorum. Kendimden kaçmak istiyorum, kaçamadıkça da kendime uyuz oluyorum. Bilenleriniz vardır belki bu duyguyu. Kendinden kaçamamanın verdiği, adamın midesine ekmek pıçakları sokmak isteten, Stefan Zweig kardeşime şehadet şerbeti içiren bu mel'un duygu... Kaçamıyorum. Eskiden aşağıladığım herşeyi deneyesim var, aşağıladığım her insanı olasım, aşağı gördüğüm her adeti yapasım var. Şehrin en izbe köşelerinde otuz yıldır üzerlerinden bir tek kamyonun bizatihi geçmediğinden emin olunan orospuların, fuhuş dünyasının olmazsa olmaz musikilerinin, beyin uyuşturan içkilerin, içilmeyenlerin, çekilenlerin, çakılanların hepsinin ağası, babası ben olacağım. Artık yetti, kendinden kaçmayanın canı çıksın.
V.
Tüm bu olup biteni büyük bir sükunetle dinleyen müdür yardımcısı buruşuk ağzıyla
- Hay Mister Tağm, senin kuru götünü sikeyim, dedi.
Serçe parmağıyla çevire çevire, bir dönem Avrupa'sını kasıp kavuran Kraliçe grubunun kasetteki en sevdiği parçasına getirip, dinlemeye koyuldu.
VI.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)