Pazartesi, Aralık 21, 2009

Sorular Kitabı

-


Ben odaya girince, tek aktivizmi kendi tütününü sarmak olan yaralı deve gibi bir nefes daha verdi. Sarı odasında bin yıllık bir dervişin ağız kokusu vardı ve belki Lut peygamberin kendi isminin hiçbir çocuğa koyulmamasından duyduğu küskünlük:

“Efendim, ruhbanlar sizi bir müslüman için fazla duygusal buluyorlar” dedim. Yine iğrenç işçilerin kıllı ve yağlı vücutlarını keselemeye uyanan kırk yıllık bir tellak gibi, havaya birşeyler yazdı:

“Bence de, ruhbanlar çok sikici”

Hırslı bir türkçe karakter aşığı olarak öğle yemeği için sabırsızlanan ağzımı açmamla, payımı almam bir oldu:

“Sikici diyorsam sikici ulan, uzatma!”

*

Dışarda dünyanın neresinde olduğumu unutturan bir yağmur var. Ne desem kar etmez bu gece dinmez midemin sancısı sandım. Tuvaletlerde uzun müslüm gürses seansları, allah’ın ayetlerini sigara bilip bir bir çekmek. O düzene boğazındakini her an kusacakmış gibi söyleyen sesi iyice açtım; sakin göllerin kuğusuymuş, hasiktir ordan!


Aslında ben yatmıştım. Uyuyor da sayılırdım haa, ama ne olduysa oldu, aklıma lise yurdumun koridoru geldi. Lise yurdunun koridoru, dünyanın en manalı ayetidir dedim sonra, iyice uykum kaçtı. Sigara bulmam lazım, üstelik içmek için değil, Bekir bilir. Aslında öykümüzde Bekirlere yer yok ama anlayın işte birşeyler başka birşeyler artık. Uzuuuuun bir koridor düşleyin, nüfus müdürlüğü boyasında, iki yanda da sayısız kapılar, soğuk, tek banyo koridorun sonunda elli kişiye bir kabin düşer, soğuk demiş miydim, bir o kadar tanımadığın, günbegün değişen. Yürüyen bir genç de kurdunuz mu içine, dünyayı insan kılığında görse düzecek kadar hırslanmış, ötekilenmiş, berilenlememiş? Kendi türküsünü söylemesi yasak.


Birşeyleri geride bırakmayı ne çok seversiniz. Liseyi bitirmek mesela, üniversiteyi hatta, işsizlik günlerini, bekarlık günlerini bitirmek. Soyka bir hüzün sizin de her gece yatağınıza girmiyor mu? Nasıl insansın demiyor mu rüyanızda bir aksakallı dede ot çekerken, kafayı koyar koymaz uyuduğunuzda? Hiç mi derdin kederin yok gavat diye hiddetlenmiyor mu dişsiz ağzıyla?


Gönlünüzdeki derdi tanıyan çıktı sevinciyle, arkadaşınızın eksi ikinci kattaki evine gittiğinizde, o yatakhane koridoru soğuğunu yüzünüze yediğinizde ve aynı dervişin binyıllık pis ağzıyla burda da nefes alıpverdiğini hissettiğinizde, dünyalar sizin olmuyor mu? Geceler boyu, bu yalanın içinde sadece sen, Lut, Şuayb ve Nuh’un hadi diyelim ismini bilmediğin öte gecekondulardan bir iki açının daha önemsediği kalbe standart delikler açan filmler izleyince, sizi vidalayacak bir peygamber hayal etmiyor musunuz? Sobanın son çıtırtıları da bitince, nereden estiği meçhul o rüzgarın sizi evin içinde dahi unutmamasının verdiği mutluluk göğsünüzü genişletmez mi? Battaniyeden arta kalan uzuvlarınızın üşümesinde bir öğrenci evi sevgisi bulmaz mısınız?


Ama ben hep böylesiniz hayal etmiştim. Otobüs durağında, bujiteride, kahvehanelerde, ayakkabı tamircilerinde, okulbahçesi simitçilerinde, mahalle bakkalı ibneliğinde, kodaman ensesinde, asker nöbetlerinde, taşralı yevmiyesinde, memur yavşaklığında, hacıağa evlerinde, emekleyen hür teşebbüsün güzel memurelerinde, cemiyet hayatının bacaklarında, yatılı okul çocuklarının soğuk tuvaletlerinde, kimsesiz köfteci soğanında, telaşlı kasaba kürtajında, teknisyen dişçekmelerinde, uçak tamirlerinde, genelev tatlıcısında, genç vaizin apışarasında, azgın teke gönlünde, sürgün çınar gövdesinde, atı ölen arabacı biçareliğinde hepsinde işte, hepsini saymamı istemeyeceksiniz ya, hepsinde işte hepsinde, ben hepsinde bir insan hüznü yakalamıştım. Her zalime, doğası gereği öküz olan bir çocuk sevgisi duyardım. Ama yanıldığımı söylüyorsunuz üstelik gecenin bu saatinde, üstelik işsizim, üstelik kalçamı pıçaklamak isteğimden birşekilde haberdar olduğunuz halde.


-

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Cemal Süreya'nın Eşi Zuhal'e Mektubu

Cemal Süreya'nın eşi Zuhal Tekkanad hastanedeyken, ona yazdığı mektuplardan biri:


Portrait of Mary Gunning, Countess Of Coventry,
Jean Etienne Liotard, 1749


15 temmuz 1972

senin eşsizliğin, bulunmazlığın üstüne ne söylesem eksik kalır. sadelikten korkmayan bir kadınsın bir kere. o köprünün altında vb. satılan balık-ekmekten alıp yemek istemen beni çok gönendiren şeylerden biri. sana ondan almak isteyişimin tek nedeni midenin sağlığını düşündüğümdendir. bunu kaç kez söyledim sana. adapazarı'ndaki kızla - neydi adı onun? - çektirdiğin fotoğrafta senin bütün hayat tavrın gizli. en gösterişsiz koşullarda da sen o koşullardan hiç utanmadan, hiç yüksünmeden, bir ayağını gözüpek bir rahatlıkla ileri atabilirsin. beni nasıl savunursun sonra. birisi bana çok şişmanladığımı söylemişti de, hemen saldırıya geçmiş, şişman olmadığımı ileri sürmüştün. oysa pekala fazla okkalanmıştım o günler. sen busun işte. sevdiğini her durumda savunursun, onun kusurlarını görmezsin. ne sevgilisin sen.

ama aragon'un şu sizesi de bir gerçek:
"göğsüne bastırırken kırar sevdiği şeyi"

o da var. kişi kimi zaman çok sevmenin getirdiği yanlışlıklara da düşüyor. sevdiği şeyi göğsüne fazlaca bastırırken örseliyor onu. hoyratlaşıyor bir yerde aşk. acaba bu gerçekten aşkın kaçınılmaz bir gereği mi? kimi zaman öyle belki. ama, ben öyle olmamalı diyorum. insani çizgiden sapmamalı. aşkı insani çizgide bütünlemeli. mutluluk da sanırsam, o zaman bütünleniyor. güven mutluluğun temelidir. güven aşkın ve her türlü aşkın, yani cesaretin, yani kavganın temelidir. mevhibe'nin ismet'ten kuşkulanabileceğini aklı nalıyor mu? bu noktada bir özeleştiri yaparsak, sende güvenin, bende bakımın zaman zaman aksar gibi olduğu sonucuna varabiliriz.
ne demiş şair:
"aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti"
aynı şair şöyle bir dize de ekleyebilirdi şiirine:
"aşklar tam güven istiyor güvenemedin gitti"
"ince vızıltı"
memo bugün denize gitti. şapkasıyla. içsel, kardeşi gamze ezel'le akşamdan geldi. gece bizde kaldılar. sabah da memo emrah'ı alıp kampa gittiler. memo bensiz gitmek istemedi. "babam gelmezse denize gitmiyorum" dedi. sonra ben kendisini ikna ettim. "denize girmemek" ve "başını sabunlamamaları" şartı ile razı oldu gitmeğe. akşam getirecekler. yarın sabah da onu perihan'lara götüreceğim.
seviyorum seni.
se-vi-yo-rum.
sen?

simdi gidip sana bir tavuk alacağım. seversin sen.
sıcak su geldi. banyo yaptım. akşam saat 08.30'da ercü geldi. içsel'ler evde olduğu için ercü ile çıktık. kahveye gidip oturduk. sen uyuyabildin mi? verilen yemeklerini yedin mi? tavuğun bir budunu o yanındaki kadına ver, gerisini bir oturuşta yersen çok sevinirim. werther de charlotte'nin üst üste verdiği tereyağlı ekmek dilimlerini atıştırmadan edemiyordu. unutma bunu.

yaz günleri geldi. geçen yaz neredeydik, bu yaz neredeyiz, gelecek yaz nerede olacağız kim bilir?
anımsayalım o dizeleri yeniden:
"hayat kısadır kuzucuklarım
yine de uzundur kuzucuklarım."
şişli'de okmeydanı dolmuşlarının kalktığı yerde, salaş bir kahvehanede yazıyorum sana bunları. cocacola içtim. sigara içtim. az sonra sana koşacağım.
bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana
anlasana!

Cemal Süreya

Üstü Kalsın

-

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...



Cemal Süreya
Yeni Yaprak, sayı:13, Ocak 1990

-

Cuma, Aralık 11, 2009

Tanrılar Kurban İstiyor #3

-

İstanbul Film Festivalinde Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmiyle En İyi Türk Filmi ödülünü aldığında yaptığı konuşmadan:


"Bu ödülü karıma armağan ediyorum,
çünkü gerçek yönetmen O,
ben sadece sinema yapmak için onu
buradaki insanların asla bilemeyeceği yoksulluklara ittim
ama O hep benimle oldu..."


Ahmet Uluçay

-

Bırakıp Gittin Beni

-

bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma koydun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen


Louis Aragon
-

Pazar, Aralık 06, 2009

Tanrılar Kurban İstiyor #2

-

(...)
Bu kıvılcım, imparatorluk devlet görevlisi sınavında başarısız olmuş (böyleleri, siyasi dargınlığa çok yatkın oluyorlardı), takıntılı, belki de ruh hastası bir peygamber ve mesih önder Hung Hsiu Chuan'dan (Hong Xiuquan*) (1813-64) geldi. Sınavda başarısız olması üzerine bir sinir buhranı geçirerek kendini dine verdiği kesindi. 1847-8 civarında Kwangsi Eyaletinde bir "Tanrıya Tapanlar Cemiyeti" kurdu. Köylüler ve madenciler, Çin nüfusunun büyük bölümünü oluşturan yoksul dilenciler, çeşitli ulusal azınlık mensupları ve eski gizli cemiyetlerin taraftarları, hızla cemiyete katıldılar. Ancak Hung'un vaazında önemli bir yenilik vardı. Hristiyan yazılarından etkilenmiş, Canton'daki Amerikan misyonerliğinde bir süre kalmış; dolayısıyla, aksi halde Mançu karşıtlığının , sapkın dinsel ve toplumsal devrimci fikirlerin malum bir karışımından ibaret kalacak olan düşüncesine önemli batılı öğeler katmıştı. İsyan, 1850'de Kwangsi'de patladı ve öylesine hızla yayıldı ki "Evrensel Barışın Göksel Krallığı"nın , bir yıl içinde, başında Hung'un bulunduğu yüce bir "Çin Krallık"ı halini aldığını söylemek mümkündü. Bu, halk kitlelerinden büyük destek gören ve Taocu, Budist ve Hristiyan eşitlik fikirlerinin baskın olduğu toplumsal bir devrim rejimiydi hiç kuşkusuz. Aile birimlerinden oluşan bir piramit temelinde teokratik bir biçimde örgütlenmiş olan bu rejim, özel mülkiyeti kaldırdı (Topraklar mülk olarak değil, sadece tasarruf amacıyla dağıtıldı); kadın-erkek eşitliğini yerleştirdi; tütünü, alkolü, afyonu yasakladı; (haftanın yedi gün olduğu) yeni bir takvim getirdi ve çeşitli kültürel reformlar gerçekleştirdi; bu arada da vergileri azaltmayı ihmal etmedi. 1853'ün sonunda en az bir milyon faal militanı bulunan Taipingler, Güney ve Doğu Çin'in büyük bölümünü denetimleri altına aldılar ve (büyük ölçüde süvari yokluğundan ötürü) kuzeye doğru fazla ilerleyemedilerse de, Nanking'i aldılar. Çin bölündü, hatta (1868'e kadar bastırılamayan) kuzeydeki Nien köylülerinin, Kwechow'daki Miao ulusal azınlığının ve güneybatı ile kuzeybatıdaki diğer azınlıkların isyanlarında olduğu gibi Taiping yönetimi altında olmayan yerler bile büyük ayaklanmalarla sarsıldı.
(...)

-

Tanrılar Kurban İstiyor #1

-

"Ya burası? Burada beni ne bekliyor? Ölmüş adamın hikayesini bilirsiniz, belki! Tanrının hakkında vereceği kararı bekliyormuş öbür dünyada. Bir yıl, on yıl, yüz yıl beklemiş. Sonunda hakkındaki kararın verilmesi için yalvarmış. Daha fazla beklemeye katlanamayacağını söylemiş! Şu cevabı almış: Nedir beklediğin? Cehennem...desin çoktandır. Gerçekten de öyleydi, saçmaların saçması ve boşuna bir bekleyiş cehennemin ta kendisidir. Bundan daha korkunç bir cehennem olur mu? Savaş mı? Okyanusu aşıp arkanızdan da yetişebilir. Her şeyden bıkkınlık getirdim. Doğduğum yere döneyim istiyorum."


Anna SEGHERS / Transit


-

Okumuş Bir İşçi Soruyor

-

yedi kapılı teb şehrini kuran kim?
kitaplar yalnız kralların adını yazar.
yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
bir de babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış babil’i her seferinde?
yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen lima’nın?
ne oldular dersin duvarcılar çin seddi bitince?
yüce roma’da zafer anıtı ne kadar çok?
kimlerdir acaba bu anıtları diken?
sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca bizans’ta?
atlantid’de, o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.

hindistan’i nasıl aldıydı tüysüz iskender?
tek başına mı aldıydı orayı?
nasıl yendiydi galyalıları sezar?
bir ahçı olsun yok muydu yanında onun?
ispanyalı filip ağladı derler
batınca tekmil filosu
ondan başkası acaba ağlamadı mı?
yediyıl savaşını ikinci frederik kazanmış ha?
yok muydu ondan başka kazanan?

kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
ama pişiren kimler zafer aşını?

her adımda fırt demiş fırlamiş bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?

işte bir sürü olay sana.
ve bir sürü soru.

-

fragen eines lesenden arbeiters

wer baute das siebentorige theben?
in den büchern stehen die namen von königen.
haben die könig die felsbrocken herbeigeschlappt?
und das mehrmals zerstörte babylon-
wer baute es so viele male auf? in welchen häusern
des goldstrahlenden lima wohnten die bauleute?
wohin gingen an dem abend, an dem die chinesische
mauer fertig war
die maurer? das große rom
ist voll von triumphbögen. wer errichtete sie? über
wen
triumphierten die cäsaren? hatte das vielbesungene
byzanz
nur paläste für seine bewohner? selbst in dem
sagenhaften atlantis
brüllten in der nacht, wo das meer es verschlang
die ersaufenden nach ihren sklaven.

der junge alexander eroberte indien.
er allein?
cäsar schlug die gallier.
hatte er wenigstens einen koch bein sich?
philipp von spanien weinte, als seine flotte
untergegangen war. weinte sonst niemand?
friedrich der zweite siegte im siebenjährigen krieg.
wer
siegte außer ihm?

jede seite ein sieg.
wer kochte den siegesschmaus?

alle zehn jahre ein großer mann.
wer bezahlte die spesen?

so viele berichte.
so viele fragen.


-

Bertolt Brecht
Çev: A. Kadir, Halkın Ekmeği'nden.

Pazartesi, Kasım 23, 2009

Bir Şey Olmaz

-

Şimdi ölsem ne olur? Hiçbir şey olmaz. Sen ölsen ne olur? Hiçbir şey olmaz . Üç günlük zoraki yastan sonra akış bütün hızıyla devam eder. Bunun aksinin olduğu tek bir kişinin dahi olmaması da ilginç. Sadece yasların süresi uzar ya da kısalır. O zaman nedir anlam dediğimiz şey? Bütün bu çabalama, hüzünler, sevinçler, şaşkınlıklar yani insani olan her şey süreklilik ateşine atılmayı bekleyen birer odun sadece. Mesele ateşin sönmemesi gerisi teferruat... Sonun olması süreci anlamsız kılar mı peki? Veya sürecin devamı için anlam olmazsa olmaz mıdır? Bırak bu sorguluyorum, arayıştayım lanet olsun bulamadım ayaklarını yavşak herif. Herkes gibi yaptığın her şeyi anlam kılıfına sokmaya çalışıyorsun. Kendini eleştirirken herkesin bunu yaptığını ima ederek de dozajı düşürüyorsun. Ama ertelenmiş cinsellik derin yaralar açar diyordu eli kalem tutan bir abimiz. Halvet olamamak mı bütün derdin? Bu mudur yani? Tamam da neden cinselliği basitleştiriyorsun? Evet tek derdim zekerimin hiperaktif bir yapıya sahip olması diyemiyorum bir çırpıda. Onu da romantizm sosuna bulamam gerekiyor. Bunu söylerken kendimden emin olduğum da iddia edilemez. Cümleleri üçüncü tekil şahsın ağzından yazmamın nedeni ayrıca sorgulanabilir tabi ki. Neyse ne diyordum? Evet romantizm. Başkent Öğretmenevi’nin hemen altındaki dar sokakta bir akşam vakti eli elimde olan bir kızla yürümekti hayalim. Akşama kadar hiçbir şey yaparak teoriyle pratiği birleştirdiğim bir staj çıkışında otobüsle eksi ikinci kattaki soğuk evime dönerken pencereden gördüğüm bankta oturan iki sevgilinin kendileri dışındaki her şeyi dünyanın dışında hissettikleri zannıydı yaşamak istediğim. Hadi tam zamanı yapıştır sömürünün duygulu olanını: Çok şey mi istedim rabbim? Hakkını helal etmediğini söylediğin gücün ismini iyelik ekiyle kullanmam da ayrı bir çelişki genç. Sen iflah olmazsın söyleyeyim ben… Meselenin sürü psikolojisiyle de alakası olabilir gerçi. Ellere var da bana yok mu sözlerini ihtiva eden şarkıyla da açıklayabiliriz durumu veya kendimize entelektüel bir hava vermek istiyorsak Rasim Özdenören üstadın bir keresinde bahsettiği gibi de diyebiliriz. Arkadaş her şey bu kadar birbirinin içine geçmişken, herkesin olduğu kişi olmama ihtimali zifaf eden bireylerin kim olduğuna bağlıyken yani n’in ikili permütasyonuysa senin ben olmama sebebi ve benim kim olduğumla nerde doğup büyüdüğüm ciddi anlamda doğru orantılıysa, izmirli arkadaşım bulunduğumuz ortamda kızları esprileriyle etkilerken ben yüzümde aptal bir sırıtışla oturmaktan öteye gidemiyorsam falan filan işte. Virgülleri kullanmak alışkanlık yapmakla beraber izmirli olmak eşittir ortam insanı olmaktır cümlesiyle yüzeyselliğini ortaya koymuş oldun. Hep yüzeyseldim aslında yeni bir şey değil bu. Ona cüzdan almıştım. Biraz pahalı olanından. Tabi sarı soluk kadife pantolonu ve sünmüş yeşil kazağıyla böyle şeyler yapan tipler normal karşılanmıyordu doğal olarak. Kendini Sabancı’nın oğlu mu zannediyosun cümlesi cüzdanın karşılığı olmuştu. Sırf ne kadir kıymet bilmez birisiymiş dedirtmek için kullandın değil mi karşılık kelimesini? Evet onu ykm’nin önünde beklemiştim, evet Ankara’ya daha yeni gelmiştim, evet vakit namazlarını boş sınıflarda masanın üstünde kılıyordum. Yurdun yemekhanesinde sabah kahvaltısında karşımda oturan iki kızın yüzüne hiç bakmadan yemiştim zeytinleri. Cüzdan aldığım kız defol demişti bir keresinde sakallı abilerin Yenimahalle’de bir marketin altındaki tarikat toplantısında tevbe etmeden içeri giremezsin dedikleri gibi. İki günlük yalvarma ayininin akabinde gelmeye ikna ettiğim bir iftarda o karşımda otururken hissettiğim mutlulukla teravihi ilk kez kaçırmanın verdiği tuhaf burukluk şeyh-i san’an’ı hatırlatmıştı… Sonuç? Arada kaldım, kimseye yaranamadım, iki tarafa da ait olamadım filan diyorsun da sonuç ne? Ne yapalım? Bizim de kendimize göre sıkıntılarımız var. Çıkmamız gereken kariyer basamakları, elde etmemiz gereken statü ve saygınlık, atlamamız gereken sınıflar var… Yine kendine yonttun ya meseleyi helal olsun diyorum sana. Herkes umursamaz, herkes kendinden başka bir şey düşünmüyor. Tek akıllısı sensin bu köyün değil mi? Ama ben şefkat istiyorum. Karşılıksız merhamet istiyorum. Sadece başarı karşılığında duyacağım iltifatlar, kırk takla atıp türlü maymunluklar yaptıktan sonra yüzüme gülecek bir nisa, düzenli ve sürekli ibadetler silsilesinin ardından gireceğim bir cennet, takım elbise katkılı statünün ardından gelecek saygınlık değil istediğim. Yok öyle kardeşim. Armut piş ağzıma düş. Rekabet edeceksin hatta rekabet etmeyip rekabet yaratacaksın. Sonra sabahın bu saatinde hala ayakta olman iş yaşamındaki performansını olumsuz etkiler sonra. Maazallah elektrik faturasının üzerindeki yirmi basamaklı abone noyu yanlış girersin de hacı amcalardan azar işitirsin. Hem her şey zamanla düzelir. Karıştırma bunları. Uyu hadi, uyu…


Fatih Mehmet Kıyak

Kasım 2009

Evciler

-

Cuma, Ekim 23, 2009

Mine Koy

-
bu bir şiir değildir

tanıdığım insanlarla konuşmak istemiyorum.
bildiğim sorular verebildiğim cevaplar, mimikler, şakalar, eskilerden hatırat, hafızamdan yüzler görmek beni kusturuyor. aynı güzellemelere aynı tebessümler. duyulan sese, cevabım keskin ve net.
kısa.
alaycı ve uzamasını istemeyen bir kabalıkla.
dünyadan üç kere göçmüş de, mınakoyum isteksizliğiyle tekrar gelmişim gibi.

hiç tanımadığım insanlara yanaşmak istiyorum.
beni ipleyip yüz bile vermesinler, sorular sorayım sorular sorular, herifler duyup da dinlemesinler. ağzımla salyalarla, olanca yavşaklığım yüzünden boyum kısalsın. yüzüm karısını ağasına pazarlamakla meşgul yezid rençber yüzü. memelerinde otağı kuracağım kat kat boyalı ablalara sulu sepken yanaşıp, sosyal sınıflarına merdiven dayamak istiyorum. kolluk kuvvetleri de herzamanki işbazlıklarıyla merdivenimi itsinler. kamuflajlar içinde işaret fişekleri patlatayım.

en iyisinin minakoyyum. gönlümün kuşu ölmüş.
esrarengiz bir tebeşirle alnıma işaret koymuşlar da
akşam afyonkeş yiğitler beni becermeye gelcekler gibi yorgun ve umutsuz. um.

bi boka da benzemedi

-

Perşembe, Ekim 22, 2009

Ich Will Mit Dem Gehen, Den Ich Liebe

Bride of The Wind' by Oskar Kokoschka .

[Original]

Ich will mit dem gehen, den ich liebe.
Ich will nicht ausrechnen, was es kostet.
Ich will nicht nachdenken, ob es gut ist.
Ich will nicht wissen, ob er mich liebt.
Ich will mit ihm gehen, den ich liebe.

[Translation]

I want to go with the one I love.
I do not want to calculate the cost.
I do not want to think about whether it's good.
I do not want to know whether he loves me.
I want to go with whom I love.

[Çeviri]

İstiyorum gideyim sevdiğimle.
İstiyorum boş vereyim sonu ne olacak.
İstiyorum düşünmeyeyim iyi mi kötü mü.
İstiyorum bilmeyeyim beni seviyor mu.
İstiyorum gideyim sevdiğimle.


Bertolt Brecht

-

Perşembe, Eylül 24, 2009

Lokman Hekim'in Sev Dediği

-

Bu yürek seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bine bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuku beşer
Çınçınlı hamam
Çizmeli kedi
Sanki elleriyle komuşlar gibi
İkimizden bir işmar

Seni sevmemiş olsam sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim Çolak Hüseyin eli
Seni sevmesem nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne
Cumartesi
Seni sevdiğim için Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için bak Temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı Pir Sultan Abdal büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayatın halleri seni sevdiğim için güzel
İbrahimin dilleri
İnsan seni sevince tutsaklığa kızar tabii
Savaşın adı geçse cinifrit olur
Ereğlinin kömürünü düşünür ne kömür o be
Ramanı düşünür Çukurovayı düşünür
Seni sevdiği için Haliçte bir uğultu
Marmarada bir deniz
Isparta bahçesinde güller seni sevdiğim için koncalanıyor

Seni sevdiğim için kilim dokuyorlar Avşarda
Yarın sabahlar seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin halk şiiri canlı sinema
Mapusaneler Yedidüvel harbi İspanyol nezlesi
Sultan Hamit Don Civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi?
Başaklanmıyan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değillerse bu gidişattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi

Yeşille turuncunun kafa barıştırması bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye

Bingöl vilayetinde kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankaranın
1953 kışları içinde
Karnı tok sırtı pekse hısım akrabanın
Konu komşu dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye

İnsan seni sevince işgüç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor tütün neyime zarar
Keseme zarar ciğerlerime zarar sevdama zarar
Seni sevince adamın pabuçları eskimiyor
Beti benzi yeni çarktan çıkmış gibi

Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Zembilinde karpuzlar hürriyetler duvaklar
Annesinin elini öpüyor ilkten
Yeğenine çukulata almış onu veriyor
Bakıyorsun- Güzin karanfil çiçeğini sever ya-
Güzine bir demet kırmızısından almış
Sırf seni seni sevdiği için ya, başka neden?

Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut sonra uyandır
Lokman Hekim seni sev diyor bana

Seni sevmeseydim ilkbaharı kodunsa bul
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki yeryüzünde seni sevmeseydim
Hak hukuk bereket diye
Eşitlik kardeşlik hürriyet diye

Yüreğime sağlık ne iyi ettim


Metin Eloğlu

-

Cuma, Eylül 04, 2009

the revolution will no be televised

-

you will not be able to stay home, brother.
you will not be able to plug in, turn on and cop out.
you will not be able to lose yourself on skag and skip,
skip out for beer during commercials,
because the revolution will not be televised.

the revolution will not be televised.
the revolution will not be brought to you by xerox
in 4 parts without commercial interruptions.
the revolution will not show you pictures of nixon
blowing a bugle and leading a charge by john
mitchell, general abrams and spiro agnew to eat
hog maws confiscated from a harlem sanctuary.

the revolution will not be televised.
the revolution will not be brought to you by the
schaefer award theatre and will not star natalie woods
and steve mcqueen or bullwinkle and julia.
the revolution will not give your mouth sex appeal.
the revolution will not get rid of the nubs.
the revolution will not make you look five pounds
thinner, because the revolution will not be televised, brother.

there will be no pictures of you and willie may
pushing that shopping cart down the block on the dead run,
or trying to slide that color television into a stolen ambulance.
nbc will not be able predict the winner at 8:32
or report from 29 districts.
the revolution will not be televised.

there will be no pictures of pigs shooting down
brothers in the instant replay.
there will be no pictures of pigs shooting down
brothers in the instant replay.
there will be no pictures of whitney young being
run out of harlem on a rail with a brand new process.
there will be no slow motion or still life of roy
wilkens strolling through watts in a red, black and
green liberation jumpsuit that he had been saving
for just the proper occasion.

green acres, the beverly hillbillies, and hooterville
junction will no longer be so damned relevant, and
women will not care if dick finally gets down with
jane on search for tomorrow because black people
will be in the street looking for a brighter day.
the revolution will not be televised.

there will be no highlights on the eleven o'clock
news and no pictures of hairy armed women
liberationists and jackie onassis blowing her nose.
the theme song will not be written by jim webb,
francis scott key, nor sung by glen campbell, tom
jones, johnny cash, engelbert humperdinck, or the rare earth.
the revolution will not be televised.

the revolution will not be right back
after a message about a white tornado, white lightning, or white people.
you will not have to worry about a dove in your
bedroom, a tiger in your tank, or the giant in your toilet bowl.
the revolution will not go better with coke.
the revolution will not fight the germs that may cause bad breath.
the revolution will put you in the driver's seat.

the revolution will not be televised, will not be televised,
will not be televised, will not be televised.
the revolution will be no re-run brothers;
the revolution will be live.


gil scoot heron
-

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

-

The Ottoman dream was for farmers and merchants, not for nomads.

Lindner

--

Salı, Temmuz 28, 2009

Vizedir.

-

Birinci gruptan 1, İkinci gruptan 2 soru cevaplandırınız.

*

Birinci Grup

  1. Tarihte tesadüfün rolü nedir? Örnekler vererek tartışınız.
  2. "Tarih bilimsel bir disiplindir" ifadesinin geçerliliğini tartışınız.
  3. Coğrafi Keşifler ve Ticaret Devriminin sonuçlarını anlatınız.
  4. "Avrupa'da Siyasal Yetki Mücadelesi" ifadesinden ne anlıyorsunuz? Ne zaman, kimler arasında oldu? Kim galip çıktı, neden?
İkinci Grup

  1. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, neden Romalıydı, neden Cermendi, neden imparatorluktu ve neden kutsaldı? Peki Voltaire'e göre neden "ne kutsaldı, ne Romalı'ydı, ne de İmparatorluk"tu?
  2. "Osmanlı İmparatorluğu 16. yy'da Avrupa'nın en güçlü devletiydi. Ama başat güç değildi" ifadesi doğru mudur? Başat gücün tanımını da gözönünde bulundurarak cevaplayınız.
  3. Aşağıdakileri en çok 3er cümleyle açıklayınız:
  • Reconquista
  • "Ölçek imparatorlukların baş belasıdır"
  • Üçlü tarla sistemi
  • Barbar Kavimler
  • Cuius reigo, eius religio
  1. Aşağıdakilerin kim olduklarını en fazla 3er cümleyle açıklayınız:
  • Charlemagne
  • Charles Quint
  • II. Philippe
  • Aragonlu Isabella
  • Tarık bin Ziyad
*

Siyasi Tarih Vizesi'dir.