Pazar, Ocak 24, 2010

ted kaczynski'den mektup var

dunya ozgurluk mahkumlari agi ve veganarsi fanzin adiyla ted ile 2003 yilinda yapilan oldukca ilginc bir mektup-roportajini aynen iletiyorum:

04.10.2003

sevgili vegan,

12 ağustos tarihli mektubuna çok geç cevap verdiğim için üzgünüm.
fakat genelde mektuplara cevap vermekle baya bi meşgulüm ve senin
mektubun aceleyle cevap verilemeyecek bir mektuptu, çünkü bazı
soruların uzun, karmaşık ve dikkatlice üzerinde düşünülmesi gereken
cevapları gerekiyordu.

bu aynı nedenden dolayı, bütün sorularına cevap vermek bana aşırı
derecede zamana mal olurdu. yani sorularının bazılarına -en önemli
görünen ve kolaylıkla ve kısaca cevaplanabilen- cevap vereceğim.

soru 2- nerede ve ne zaman doğdun?

cevap 2- şikago-illinois (amerika'da) 22 mayıs 1942'de doğdum.

soru 3- hangi okullardan mezun oldun?

cevap 3- illinois'teki evergreen park'ta ilk okulu ve liseyi
bitirdim. harvard üniversitesinden bir diploma ve michigan
üniversitesinden matematik bölümünde doktorluk ve mastır diploması
aldım.

soru 4- ne işi yapıyordun?

cevap 4- michigan üniversitesinden doktorluk diplomasını aldıktan
sonra, kaliforniya üniversitesinde 2 yıllığına bir matematik profesör
asistanı oldum.

soru 5- evli miydin, çocuğun falan var mıydı?

cevap 5- hiç evlenmedim ve çocuğum yok.

soru 6,7,8,9- sanırım matematikçiydin ve daha önce şimdiki gibi
düşüncelerin yoktu. düşüncelerinde değişikliğe yol açan ne oldu?
sorunun kaynağının uygarlık olduğunu ne zaman düşünmeye başladın?
uygarlığı neden reddettiğini anlatır mısın bize? ormanda yaşamaya ve
eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar verdin?

cevap 6,7,8,9- bu sorulara tam ve bütün olarak vereceğim cevaplar
aşırı derecede uzun ve karmaşık olurdu, ama şunları söyleyeceğim:

modernliği ve uygarlığı reddetme sürecim 11 yaşımdayken başladı. 11
yaşımdayken içinde neandertal insanın kalıntılarından yaşamının
spekülatif bir anlamaya çalışılması bulunan bir kitabı okuduktan
sonra ilkel yaşam biçimine karşı ilgi duymaya başladım. sonraki
yıllarda, 16 yaşında harvard üniversitesine girdiğimde, uygarlıktan
kaçmayı ve bazı vahşi yerlere gitmeyi hayal ederdim. aynı dönem
esnasında, endüstriyel toplumdaki insanların içinde yaşadıkları
koşulları kontrol eden, büyük organizasyonların insafına kaldığı ve
özgürlükten yoksun oldukları, bir makine çarkının sadece bir dişlisi
konumuna getirildiklerini gittikçe artarak farkına vardıkça modern
yaşamdan hoşnutsuzluğum büyüdü.

harvard üniversitesine girdikten sonra, bana ilkel insanlar hakkında
daha çok bilgi vermiş olan ve onların kırlarda yaşamalarını sağlayan
bazı bilgileri elde etmeye bir istek veren bazı antropoloji kursları
aldım. örneğin, ilkel insanların yenebilir bitkiler hakkındaki
bilgilerine sahip olmayı dilerdim. fakat yenebilir yabanıl bitkiler
hakkında kitaplar olduğunu keşfettiğimde iki üç yıl sonrasına kadar
bu bilgileri nereden elde edeceğim hakkında bir fikrim yoktu. aldığım
ilk kitap euell gibbons'un the wild asparagus (yaban kuşkonmazı) oldu
ve sonra kolejdeyken okuldan mezun olduğumda yazları her hafta birkaç
kere şikago yakınlarındaki cook county orman korularına yenebilir
bitkilere bakmaya giderdim. önceleri bütün yollardan ve patikalardan
uzak ormanın içine yalnız başıma gitmek korkutucu geliyordu. fakat
ormanı ve içinde yaşayan hayvanları ve bitkileri tanımaya başladığım
gibi, yabancılık duygusu yok oldu ve ağaçlık arazide çok çok fazla
rahatladım. ayrıca bütün yaşamımı uygarlık içinde harcamak
istemediğimden ve vahşi doğada yaşamak istediğimden kesin olarak emin
oldum.

bu arada, matematikte durumum iyiydi. matematik problemlerini çözmek
eğlenceliydi, ama derin bir anlamda matematik sıkıcı ve boştu çünkü
bana göre onun amacı yoktu. şayet uygulamalı matematik üzerine
çalışsaydım, nefret ettiğim teknolojik toplumun gelişimine katkıda
bulunurdum, böylece sadece saf matematiğe çalıştım. fakat saf
matematik sadece bir oyundu. matematikçilerin neden önemsiz bir
oyunda bütün yaşamlarını boşa harcamaktan mutlu olduklarını anlamadım
ve hala da anlamıyorum. ben şahsen tamamen böyle bir yaşamdan memnun
değildim.

ne istediğimi biliyordum: vahşi doğaya gitmek ve orada yaşamak. ama
bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. o günlerde hiçbir ilkelci hareket,
hiçbir survivalist yoktu ve matematikte geleceği parlak bir kariyeri
bırakıp orman veya dağlarda yaşamaya giden her hangi birine ahmak
veya deli gözüyle bakılırdı. böyle bir şeyi neden istediğimi
anlayabilecek hiçbir kişiyi tanımıyordum. bu yüzden, kalbimin
derinliklerinde, uygarlıktan asla kaçamayacağım konusunda kendimi
suçlu hissediyordum.

çünkü modern yaşamı tamamen kabul edilemez buluyordum, ve 24 yaşımda
bir çeşit bunalıma girene kadar gittikçe artarak umutsuz
hissediyordum: öyle berbat hissediyordum ki yaşayıp yaşamadığımı
umursamıyordum. fakat bu noktaya ulaştığımda, ani bir değişim
gerçekleşti: yaşayıp yaşamadığımı umursamıyorsam öyleyse yapabildiğim
her hangi bir şeyin sonuçlarından korkmamam gerektiğinin farkına
vardım. o yüzden ne istersem yapabilirdim. özgürdüm! bu benim
yaşamımdaki en büyük dönüm noktamdı çünkü bu şimdiye dek elde ettiğim
cesaretin ta kendisiydi. bu nokta kırlara sonuçlarının neler
olabileceğine takmadan yakında gideceğim konusunda netleştiğim
zamandı. biraz para kazanmak için kaliforniya üniversitesi'nde 2
yılımı öğretmenlik yaparak harcadım, sonra pozisyonumdan istifa ettim
ve ormanda yaşayacak bir yer aramaya gittim.

soru 9- ormanda yaşamaya ve eyleme geçmeye ne zaman/nasıl karar
verdin?

cevap 9- bu sorunun son kısmına tam bir cevap vermek çok zaman
alacağından, 14 ağustos 1983'te yazdığım günlükten bir alıntı yaparak
kısmi bir cevap vereceğim:

"6 ağustos'ta doğuya uzun ve çetin bir yürüyüşe başladım. köşegen
kanyon adı verdiğim bir kanyondaki gizli kampıma gittim. bir sonraki
gün boyunca orada kaldım. orada ormanın huzurunu hissettim. fakat
orada birkaç kara üzüm vardı ve bununla birlikte geyikler vardı, çok
küçük bir oyun vardı. bundan başka, alabalık deresinin çeşitli
kollarının çıktığı çok güzel ve izole bir plato göreli uzun zaman
oldu. bu yüzden 7 ağustos'ta o bölgeye yola çıkmaya karar verdim.
krater dağının civarındaki yollardan biraz geçtikten sonra, zincir
testerelerini duymaya başladım; sesin rooster bill deresinden geldiği
anlaşılıyordu. ağaçların kesildiğini zannettim; durumdan hiç
hoşlanmadım fakat platoya vardığımda böyle şeylerden kaçınabileceğimi
düşündüm. oraya yolculuğumda yamaçlardan geçerken, aşağıda önceden
orada olmayan yeni bir yol gördüm ve stemple deresinden karşıdan
karşıya geçmek için yapıldı gözükmekteydi. bu beni birazcık rahatsız
etti. yine de, platoya devam ettim. orada bulduğum şey kalbimi kırdı.
plato geniş, çok iyi yapılmış yeni yollarla çaprazlama çizilmişti.
plato ebediyen mahvedilmişti. onu kurtarabilecek tek şey şimdi
teknolojik toplumun yıkılması olacaktı. buna tahammül edemezdim. bu
plato bölgedeki en güzel ve en izole yerdi ve burada çok iyi anılarım
vardı.

" yollardan biri, birkaç yıl önce uzun bir süre kamp yaptığım ve bir
çok mutlu zaman geçirdiğim güzel bir yerin 60 metre içinden
geçiyordu. acı ve öfke dolu bir biçimde geri döndüm ve güney humbug
deresinin yakınlarında kamp yaptım…"

sonraki gün kulübemi yapmaya başladım. rotam beni geçmişe güzel bir
yere götürdü, benim en gözde tuttuğum kaynatmayı gerektirmeden
güvenle su içilebilecek bir saf su pınarı olan bir yer. durdum ve
pınarın ruhuna bir çeşit dua okudum. bu dua ormana yapılanlar için
intikam alma yeminini içeriyordu. günlüğüm şöyle devam ediyor:

"…ve sonra olabildiğince hızlı bir şekilde eve geri döndüm- bir
şeyler yapmam gerekiyordu!"

neden gitmem gerektiğinin ne olduğunu tahmin edebilirsiniz.

soru 10,17- teknolojik bölgelere karşı eylem yapma fikrine ne neden
oldu? uygarlığın yıkılması için sence ne yapılması gerekiyor?

cevap 10,17- bu sorulara tam bir cevap vermek çok uzun zaman alırdı.
ama şunları söylemek yerinde olur:

uygarlık problemi teknoloji problemiyle özdeştir. teknolojiden
bahsettiğimde sadece araçlar ve makineler gibi fiziksel aygıtlardan
söz etmiş olmadığımı öncelikle açıklamama izin verin. kimya, sivil
mühendislik veya biyo-teknoloji teknikleri gibi teknikleri de dahil
ediyorum. ayrıca iş yönetimi benzeri organizasyonel teknikler kadar
eğitimsel psikoloji veya propaganda gibi insan tekniklerini de dahil
ediyorum. elbette ki, bu teknikler, bütün teknolojik sistemin bağlı
olduğu fiziksel aygıtlar – araçlar, makineler ve yapılar - olmadan
ileri düzeyde var olamazlar.

bununla birlikte, kelimenin en geniş manasıyla sadece modern
teknolojiyi değil toplumun en eski evrelerinde var olmuş olan
teknikleri ve fiziksel aygıtları da kapsamaktadır. örneğin, sabanlar,
hayvanlar için koşun takımları, demircilik araçları, bitki ve
havyaların evcilleştirilip yetiştirilmesi ve tarım teknikleri, hayvan
çiftçiliği ve metal işçiliği gibi. eski uygarlıklar, insanın üzerinde
ve organizasyonel tekniklerin büyük sayılarda insanı yönetmek için
kullanıldığı gibi bu teknolojilere bağlıydılar. uygarlıklar üzerinde
temellendikleri teknoloji olmadan var olamazlar. aksine, teknoloji
nerede varsa, uygarlık da muhtemelen yakında veya daha sonra
gelişmektedir.

bu yüzden, uygarlık sorunu teknoloji sorunuyla eşit sayılabilir.
teknolojiyi daha geriye itebilirsek, uygarlığı da daha geriye
itebiliriz. eğer teknolojiyi taş devrine tamamen döndürebilirsek,
ortada uygarlık kalmayacaktır.

soru 11- şiddetin zorbalık olduğunu düşünmüyor musun?

cevap 11- iddia edilen eylemlerime gönderme yaparak, "şiddetin
zorbalık olduğunu düşünmüyor musun? diye sormuşsun. elbette ki şiddet
zorbalıktır. ve ayrıca şiddet doğanın kaçınılmaz bir parçasıdır da.
eğer yırtıcı hayvanlar av türlerinin üyelerini öldürmezlerse, av
türleri yenebilen her şeyi tüketerek kendi çevrelerini talan
edecekleri kadar çoğalırlar. çoğu türde hayvan kendi türünün
üyelerine karşı bile şiddet kullanır. örneğin, şu çok iyi biliniyor
ki, vahşi şempanzeler çoğu kez diğer şempanzeleri öldürür (time
dergisinin 19 ağustos 2002 sayısındaki 56. sayfayı incele!). ayılar
ve diğer baş yırtıcılar dergisi (cilt 1., sayı 2, sayfa 28-29,
ayıların dövüştüğünü ve bir ayının yaralandığını gösteren bir resim
sergiliyor ve bu gibi yaralanmaların ölümcül olabileceğinden
bahsediyor. deniz kuşları arasında, her yuvada iki yumurta bulunur.
yumurtadan yavru çıktıktan sonra, yavru kuşlardan biri diğerine
saldırır ve onu yuvadan atar, sonunda diğeri ölür. (science news cilt
163,15 şubat 2003'teki "sibling desperado" adlı makaleyi oku!).

vahşi doğadaki insanlar en saldırgan türlerden birini teşkil ediyor.
avcı-toplayıcı insanların kültürlerinin iyi bir genel incelenmesi
little, brown and company, (boston ve toronto, 1971) tarafından
yayınlanancarleton s. coon'un yazdığı avcı insanlar kitabıdır ve bu
kitapta insanlar tarafından diğer insanlara karşı şiddet uygulayan
avcı-toplayıcı toplumlardaki sayısız örnekleri bulacaksınız. profesör
coon şunu açığa çıkarıyor ki (sayfa xix. 3,4,9,10), avcı toplayıcı
insanları takdir ediyor ve uygar olanlardan daha şanslı saymaktadır.
fakat o dürüst bir insan ve modern insanın hoşuna gitmeyen şiddet
gibi ilkel yaşamın bu yönlerini sansürlemiyor.

bu yüzden, şu açık ki, şiddetin önemli bir miktarı insan yaşamının
doğal bir parçasıdır. şiddette kendi başında bir yanlışlık yok.
belirli her hangi bir durumda, şiddetin iyi veya kötü olup olmadığı
onu nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına bağlıdır.

modern insanlar neden şiddete tek başına bir kötülük olarak
bakıyorlar ki o zaman? bunu sadece tek bir nedenden yapıyorlar:
propaganda tarafından beyinleri yıkanıyor. modern toplum insanları
şiddet tarafından korkmayı öğretmek için propagandanın çeşitli
biçimlerini kullanmaktadır çünkü tekno-endüstriyel sistemin ürkek,
uysal ve kendi otoritesini kabul ettirdiği popülasyonlara ihtiyacı
vardır, sorun çıkarmayacak veya sistemin düzenli işleyişini
aksatmayacak bir popülasyon. güç esas olarak fiziksel kuvvete
dayanmaktadır. insanlara şiddetin yanlış olduğunu öğreterek (tabii
sistem kendisi şiddeti polis veya ordu yoluyla kullandığından hariç
olarak), sistem fiziksel güç üzerindeki kendi tekelini devam
ettirmektedir ve bu yüzden bütün gücü kendi ellerinde tutar.

insanların şiddetin yanlış olduğu inançlarını açıklamak için
uyduracakları her hangi bir felsefi veya ahlaki rasyonalizasyon,
insanların bu inaçların gerçek nedeninin sistemin propagandasını
habersiz bir biçimde yuttuklarını gösterir.

soru 12,13,14,15- anarşistler, yeşil anarşistler, anarko-
ilkelciler,vejetaryenlik/veganlık ve hayvan ürünlerinin kullanımı ve
hayvan yenmesi hakkında ne düşünüyorsun? onlara katılıyor musun?
hayvan/dünya özgürlüğü konusundaki fikrin ne? earh first!,
earth/animal liberation front gibi örgütlere nasıl bakıyorsun?

cevap 12,13,14,15- burada sözünü ettiğin bütün gruplar tek bir
hareketin parçalarıdırlar. (buna ga "yeşil anarşist" hareket
diyelim). elbette ki, bu insanların uygarlık ve teknolojiye karşı
oldukları boyutu doğrudur. fakat, bu hareketin gelişimindeki
biçiminden dolayı aslında tekno-endüstriyel sistemi korumaya yardımcı
olabilir ve devrime bir engel olarak hizmet ederler. bunu
açıklayacağım:

isyanı doğrudan yok etmek veya bastırmak zordur. isyan güç tarafından
bastırıldığında, sık sık otoritelerin kontrol etmek için zor
buldukları bazı yeni biçimlerde sonradan yeniden patlak verirler.
örneğin, 1878'de alman reichstag hareketin ezilmesinin ve hareketin
katılımcılarını dağıtmasının, şaşırtmasının ve cesaretlerini
kırmasının bir sonucu olarak sosyal demokratik harekete karşı sert ve
baskıcı kanunları yasalaştırdı. ama sadece kısa bir süreliğine.
hareket kendisini sonunda yeniden bir araya getirdi, daha enerjik
hale geldi ve kendi fikirlerini yaymanın yeni yollarını buldu,
böylelikle 1884'te daha öncesinden daha da güçlü hale geldi. g.a.
zimmermann, das neunzehnte jahrhundert : geschichtlicher und
kulturhistorischer rückblick, druck und verlag von geo. brumder,
milwaukee, 1902, sayfa 23.

bu yüzden, insan meselelerinin kurnaz izlemcileri bir toplumun güçlü
sınıflarının kendilerini isyana karşı sadece sınırlı bir boyuta kadar
doğrudan baskı ve güç kullanarak ve isyanın yönünü değiştirmek için
temel olarak manipulasyona bel bağlayarak daha etkili
savunabileceklerini bilmektedirler. kullanılan en etkili yöntemlerden
biri, isyankar itici güçlerin sisteme zarar verdiği yollarda ifade
edildiği kanalları sağlamaktır. örneğin, sovyetler birliği'nde
hicivsel bir dergi olan krokodil'in şikayetler için bir yol açmak ve
sovyet sistemine her hangi ciddi bir biçimde isyan etmemek veya
kimsenin sistemin meşruluğunu sorgulamamasına öncülük edecek bir
yolda otoritelerin içselleştirilmesi için tasarlanmıştı.

fakat batı'nın "demokratik" sistemi, sovyetler birliğinde bulunmuş
olandan daha etkili ve sofistike olan isyanın yönünü değiştirmek
için mekanizmaları yavaş yavaş geliştirmektedir. şu hakikaten
olağanüstü bir gerçektir ki, modern batı toplumlarındaki insanlar
isyan ettiklerini tasarladıklarına karşı sistemin değerlerinin lehine
ayaklanmaktadırlar. irksal ve dinsel eşitlik, kadınlar ve
homoseksüeller için eşitlik, hayvanlara insancıl muamele lehine
sol "isyanlar" falan filan. fakat bunlar amerikan kitle medyasının
bize her gün sürekli öğrettiği değerlerdir. solcuların tamamıyla
medya propagandasıyla öyle beyinleri yıkanmış ki, tekno-endüstriyel
sistemin kendi değerleri olan bu değerler açısından sadece "isyan
edebilirler". bu bakımdan sistem, kendisine zararlı olan kanallarında
solun isyankar itici güçlerinin yönlerini başarılı bir şekilde
değiştirmiştir.

teknolojiye ve uygarlığa karşı isyan gerçek bir isyandır, varolan
sistemin değerleri üzerine gerçek bir saldırıdır. fakat yeşil
anarşistler, anarko-primitivistler, falan filan (ga hareketi)
uygarlığa karşı isyanlarının büyük boyutlarda etkisiz hale
getirilmesine neden olan soldan aşırı derecede etkilenmiş olmalarının
altında kalmıştırlar. uygarlığın değerlerine karşı isyan edecek
yerde, kendilerine bir çok uygarlaşmış değer edindiler ve bu
uygarlaşmış değerleri kapsayan ilkel toplumların imgesel bir resmini
inşa ettiler. onlar avcı-toplayıcıların günde sadece iki veya üç saat
(haftada 14-21 saate tekabül eder) çalışmış olduklarını, cinsiyet
eşitliği olduğunu, hayvan haklarına saygı gösterdiklerini ve kendi
çevrelerine zarar vermemeye özen gösterdiklerini falan filan iddia
etmektedirler. ama bunların hepsi bir efsanedir. bunların uygarlıktan
nispeten etkilenmekten kurtulmuş oldukları zamandaki avcı-toplayıcı
toplumları kişisel olarak gözlemleyen insanlar tarafından yazılmış
bir çok raporu okursanız, göreceksiniz ki:

(i) bütün bu toplumlar hayvan ve hayvan yiyeceklerini yemektedirler;
hiçbiri vegan değildi.
(ii) bu toplumların çoğu, hayvanlara karşı acımasızdılar.
(iii) bu toplumların çoğunluğu cinsiyet eşitliğine sahip değildi.
(iv) günde iki veya üç saat veya hafta da 14-21 saat çalışma
tahmini "çalışmanın" yanıltıcı bir tanımlanmasına dayanmaktadır.
tamamen göçebe avcı-toplayıcılar için en gerçekçi minimum tahmini,
galiba haftada yaklaşık kırk saattir ve bazıları bundan daha fazla
çalışmaktaydı.
(v) bu toplumların çoğu barışçıl değillerdi.
(vi) rekabet çoğunda veya belki de bu toplumların tamamında vardı.
bazılarında rekabet sert biçimler alabiliyordu.
(vii) bu toplumlar kendi çevrelerine zarar vermemeye özen göstermek
boyutunda fazlasıyla değişmektedirler. bazıları mükemmel doğal
kaynakları koruma yanlıları olabilirler, ama diğerleri aşırı avlanma,
ateşin pervasızca kullanımı veya başka biçimler yoluyla kendi
çevrelerine zarar vermişlerdir.

bir önceki ifadelerin desteklenmesinde sayısız sağlam bilgi
kaynağından bahsedebilirdim, fakat eğer öyle yapsaydım, bu mektup
manasız bir biçimde uzun olurdu. daha uygun durumlar için tam
belgelemeyi erteleyeceğim. burada birkaç örnekten bahsedeceğim.

hayvanlara yapılan zulüm. mbuti pigmeleri: "çocuk hayvanın midesinin
et kısmında hayvanı yerde kıpırdamaz hale getirerek onu mızrakla tek
vuruşla avladı. fakat hayvan hala yeterince canlıydı ve kurtulmak
için mücadele ediyordu… maipe hayvanın boynuna başka bir mızrak
vuruşu yaptı, ama hayvan hala kıvranıyor ve mücadele ediyordu.
hayvanın kalbini deşecek olan üçüncü mızrak vuruşu gelmeden hayvan
direnmeyi bıraktı.

"…pigmeler ölen hayvanı işaret eden ve gülen heyecanlı bir grupta yer
almaktadırlar…."

"diğer zamanlarda ölüm ne kadar yavaş gelirse etin daha yumuşak
olacağıyla açıklayan ve hala canlı olan kuşların tüylerini yakan
pigmeler görmüştüm. ve kendileri gibi değerli olan av köpekleri,
doğumlarından ölümlerine kadar acımasız bir biçimde
tekmelenmekteydiler." colin turnbull, orman insanları, simon and
schuster, 1962, sayfa 101.
eskimolar: gontran de poncins'le birlikte yaşamış olan eskimolar
köpeklerini vahşi bir biçimde dövüyorlar ve tekmeliyorlardı. gontran
de poncins, kablona, tüme-life boks, alexandria, virginia, 1980,
sayfa 29,30,49,189,196,198,199,212,216.

siriono: siriono bazen hayvanları canlı olarak tutsak ederdi ve
onları kampa geri götürürlerdi, ama onlara yiyecek hiçbir şey
vermezlerdi, ve çocuklar hayvanlara yakında ölecek bir biçimde çok
kabaca davranırlardı. allan r. holmberg, nomads of the long bow: the
siriono of eastern bolivia, the natural history pres, garden city,
new york, 1969, sayfa 69-70,208. (siriono, yılın belirli zamanlarında
kısıtlı bir boyutta mahsül ektiklerinden bu yana, saf avcı-toplayıcı
değillerdir, fakat çoğunlukla avcılık ve toplayıcılıkla yaşarlardı.
holmberg, sayfa 51, 63, 67, 76-77, 82-83, 265.)

cinsiyet eşitliğinin yokluğu. mbuti pigmeleri. turnbull mbuti'lerin
arasında, "bir kadın bir erkekten sosyal olarak aşağı değildi" (colin
turnbull, wayward servants, the natural history pres, garden city,
new york, 1965, sayfa 270), ve bu yüzden "kadına karşı ayrımcılık
yapılmamakta" (turnbull, forest people, sayfa 154) diyor. fakat aynı
kitaplarından turnbull, mbuti'nin bugünkü cinsiyet eşitliği kavramına
sahip olmadığını gösteren bir takım gerçekleri de belirtmektedir. "
belirli bir orandaki erkeklerin karılarını dövmelerine iyi olarak
bakılmakta ve karıların kocalarına karşı saldırıya geçmesi
beklenmektedir." wayward servants, sayfa 287. "o karısından çok
memnun olduğunu ve karısını dövemenin gerekli olduğunu düşünmediğini
söylemektedir." orman insanları, sayfa 205. erkek dişisini yere atar
ve sille tokat döver wayward servants, sayfa 211. koca karısını döver
wayward servants, sayfa 192. mbutiler amerikalıların "tarihe tecavüz"
olarak adlandırdıklarını uygulamaktadırlar wayward servants, sayfa
137. turnbull kendi karılarına emirler veren erkeklerin iki
durumundan bahsetmektedir wayward servants, sayfa 288-289; orman
insanları sayfa 265. turnbull'un karılarına emir veren erkeklerden
bahseden kitabında hiçbir durum göremedim.

siriono: siriono karılarını dövmezdi. holmberg, sayfa128. fakat: "bir
kadın erkeğinin hizmetindeydi." holmberg sayfa 125. "dağınık aile
genelde en yaşlı aktif erkek tarafından yönetilirdi". sayfa
129. "kadınlar…erkekler tarafından yönetilirlerdi." sayfa
147. "cinsel teklifler genelde erkekler tarafından yapılırdı…eğer bir
erkek ormanda bir kadınla yalnız kalırsa…onu yere kaba bir şekilde
yatırır ve her hangi bir söz söylemeden kadından ödülünü alırdı."
sayfa 163. aileler kesinlikle erkek çocuklara sahip olmayı tercih
ederlerdi. sayfa 202. ayrıca sayfa 148.156.168-169,210,224'e de
bakın.

avustralyalı aborjinler: " avustralya'da en kuzeyde ve batıda…fark
edilebilir bir güç 30-50 arası yaş gruplarının olgun, tamamıyla
üyeliğe adapte olmuş ve genellikle çok karılı erkeklerin ellerinde
bulunmaktadır ve kadınlar ve daha genç erkekler üzerindeki kontrol
onlar arasında paylaşılmaktadıydı." carleton s. coon, avlanan
insanlar (önceden bahsetmiştim), sayfa 255. bazı avustralyalı
kabileler arasında, genç kadınlar temel olarak erkekler için
çalışmaları gerektiği için yaşlı erkeklerle evlenmeye
zorlanmaktaydılar. reddeden kadınlar razı olana dek dövülürdü. aldo
massola, the aborigines of south-eastern australia: as they were, the
griffin pres, adelaide, avustralya, 1971. tam sayfa numarasını
bilmiyorum ama 70. ve 80. sayfalar arasında bulabilirsin.

çalışmak için harcanan zaman. bunun iyi bir genel tartışması
elizabeth cashdan tarafından yapılmıştır. "avcı ve toplayıcılar:
gruplarda ekonomik davranış", stuart plattner'da (editör) economic
anthropology, stanford university pres, 1989, sayfa 21-48. cashdan,
belirli bir grup kung bushmen'in haftada 40 saatten biraz fazla
çalıştıklarını keşfeden richard lee'nin bir çalışmasını
tartışmaktadır. ve cashdan, lee'nin çalışmasının kung'ların en az
derecede çalıştıklarında ve yılın diğer zamanlarında daha çok
çalışmış olabileceğini anladığı kanıtının bulunduğunu 24-25.
sayfalada işaret etmektedir. cashdan yine lee'nin çalışmasının
çocukların bakımında harcanan zamanı belirtmediğini 26. sayfada
işaret eder. ve 24-25. sayfalarda cashdan lee ile birlikte çalışmış
olan bushmen'lerden daha fazla saat çalışmış olan diğer avcı-
toplayıcılardan bahseder. haftada kırk saat tamamıyla göçebe avcı-
toplayıcıların belki de tahminen minimum çalışma süreleridir. gontran
de poncins, kablona (önceden bahsedildi), sayfa 111, onun birlikte
yaşadığı eskimolar günde 15 saat çalışıyorlardı. o belki de onların
her gün 15 saat çalıştığını söylemek istemiyordu, fakat kitabından şu
açık ki, onun eskimoları ağır çalışmaktaydı. av yapmak için tuzaklar
kullanan mbuti pigmeleri arasında, "hem erkeklerin hem de kadınların
içinde zaman ve kazandıklarında yerine getirdikleri tuzak kurma
neredeyse tüm gün süren bir uğraşıydı…" turnbull, orman insanları,
sayfa 131. siriono arasında erkekler ortalama olarak her diğer günde
avlanmaktaydı. holmberg, sayfa 75-76. çalışmaya tan vaktinde
başlarlar ve genellikle kampa öğlen 4 ve 6 arasında dönerlerdi.
holmberg, sayfa 100-101. bu avlanmayı ortalama en az 11 saat yapar,
ve haftada üç ve bir yarım günde, bu ortalama olarak haftada en az 38
saatlik avlanma süresine denk gelir. erkekler avlanmadıkları günlerde
önemli bir oranda bir çalışma da yaptıklarından beri (sayfa 76, 100),
haftalık çalışmaları, yıl üzerinden ortalaması alındığında, 40
saatten çok daha fazladır. aslında, holmberg siriono'nun yalnız bu
aktivitelerde bir hafta yaklaşık 56 saat anlamına gelen avda veya
toplamada (sayfa 222) uyanıklık zamanlarının yaklaşık yarısını
harcadıklarını tahmin etmiştir. diğer çalışmalarda katıldığında,
çalışma haftası 60 saatin üzerinde olmuş olurdu. siriono
kadını "eşinden daha az dinlenmekten hoşlanmakta" ve "çocuklarını
olgunluğa getirme yükümlülüğü dinlenmek için biraz zaman
bırakıyordu." holmberg, sayfa 224. siriono'nun ne kadar ağır çalışmak
zorunda olduğunu gösteren diğer bilgiler için,
87,107,157,213,220,223,246,248-249,254,268. sayfalara bakın.

şiddet. daha önce de bahsettiğim gibi, şiddetin sayısız örneği
coon'un avcı insanlar kitabında bulunabilir. gontran de poncins'e
göre, kablona, sayfa 116-120,125,162-165,237-238,244, cinayetler –
geçmişte genelde bıçakla yapılırdı- onun eskimoları arasında oldukça
yaygındı. mbuti pigmeleri, turnbull onlar arasında hiçbir cinayet
olyından bahsetmediğine göre, belki de bildiğim en az şiddet kullanan
ilkel topluluklardı (çocuk öldürmelerinden ayrı olarak; wayward
servant, sayfa 130). bununla birlikte, the forest people and wayward
servants kitabı boyunca turnbull, yumruk ve sopalarla yapılan bir çok
dövme ve kavga olayından söz etmektedir. paul schebesta, die bambuti-
pygmaen vom ituri, cilt i, institut royal colonial belge, brüksel,
1938, sayfa 81-84'te 19. yüzyılın ilk yarısında mbuti'lerin ormanda
yaşamış olan köylü afrikalılara karşı ölümcül bir savaş açtıklarının
kanıtını göstermiştir. (çocuk öldürmeleri için, schebesta, sayfa
138'e bakın.)

rekabet. avcı ve toplayıcı toplumlarda rekabetin varlığı bazılarında
meydana gelen kavgalar ile gösterilmektedir. mesela coon'un, avcı
insanlar kitabının 238,252,257-258. sayfalarına bakın. eğer fiziksel
bir dövüş bir çeşit rekabet değilse, hiçbir şeydir.

dövüşler eşler için rekabetten meydana gelmiş olabilir. örneğin,
turnbull, wayward servants, sayfa 206'da, bir erkek için kavga eden
iki kadından birinin üç dişini kaybetmesinden bahseder. coon, sayfa
260'da, avustralya aborjin erkeklerinin kadınlar için
dövüştüklerinden söz eder. yemek için rekabet de kavgaya neden
olurdu. "bu (et) paylaşımının herhangi bir tartışma veya keskinlik
olmadan yapıldığı anlamına gelmez. tam tersine kavgalar sık sık av
sonrası kampa dönerken uzun ve gürültülü bir şekilde yapılırdı…"
turnbull wayward servants, sayfa 158. coon, bazı eskimolar arasında
balina eti paylaşı için "çok gürültülü tartışmalardan" söz eder. avcı
insanlar, sayfa 125.

* *
*

ilkel insanların rekabetçi olmadığı, vejetaryen doğal kaynakları
koruma yanlıları oldukları, cinsiyet eşitliğine sahip oldukları,
hayvan haklarına saygı gösterdikleri ve yaşamak için çalışmak zorunda
olmadıklarının ne kadar saçma bir imge olduğunu gösteren somut
gerçeklerden bahsetmeye devam edebilirdim. ama bu mektup çok fazla
uzadı, verdiğim bütün örnekler yeterli olacaktır.

avcı-toplayıcı yaşam biçiminin modern yaşamdan daha iyi olmadığını
ima etmeye çalışmıyorum. tam tersine, mukayese edilemeyeceğine
inanıyorum. avcı-toplayıcılar üzerinde çalışmış olan birçok belki de
çoğu gözlemci onlara saygılarını, takdirlerini ifade etmiştir veya
onlara gıpta ile bakmıştır. mesela, cashdan, sayfa 21'de, avcı-
toplayıcı yaşam tarzını "yüksek derecede başarılı" bulduğundan söz
etmektedir. coon sayfa xix.'da avcı-toplayıcıların "tam ve memnun
edici yaşamlarından" bahsetmiştir. turnbull, orman insanları, sayfa
26'da şöyle der: (mbutiler) yaşamlarını berbat eden o kadar zorluk,
problem ve trajedilere rağmen sevinç ve mutluluk dolu ve dertten
yoksun insanlardır." schebesta, sayfa 73'te şöyle yazar: "ne çok
tehlike var, ama tarih öncesi çağlara ait ormanlardaki sayısız
yolculukları ve av gezileri ne eğlenceli deneyimler! bizim şiirsel
olmayan mekanik çağımızın, orman insanlarının mistik-sihirli düşünme
biçimlerine derin bir şekilde dokunabilecek ve onların davranışlarına
şekil verebilecek bir işareti yoktur." ve sayfa 205'te: " pigmeler,
bizden önce fiziksel organizmalarının bozulmadan ve doğaya uygun
olarak kendilerine özel yaşayan insanlar gibi insan ırkının en doğal
insanlarından biri olarak durmaktadırlar. ilkesel özellikleri
arasında görülmedik bir şekilde sağlam doğallık ve canlılık, ve
emsalsiz bir neşelilik ve dertten uzaklık vardır. onlar, doğanın
kanunlarına uygun olarak yaşamlarını geçiren insanlardırlar".

ama açıktır ki, ilkel yaşamın uygar yaşamdan neden daha iyi olduğunun
nedeni ne cinsiyet eşitliğidir, ne hayvanlara gösterilen merhamettir,
ne rekabetin olmayışıdır veya şiddetsizliktir. bu değerler modern
uygarlığın saf değerleridirler. bu değerleri avcı-toplayıcı toplumlar
üzerinde tasarlayarak, ga hareketi gerçeklikte asla var olmamış olan
ilkel bir ütopya mitini yaratmıştır.

o yüzden, ga hareketi uygarlık ve modernliği reddettiğini iddia
ettiği halde, modern toplumun en önemli değerlerinin bazılarına esir
kalmıştır. bu nedenden dolayı, ga hareketi etkili bir devrimci
hareket olamaz.

ilk olarak, ga hareketinin enerjisinin bir parçası, ırkçılık,
cinsiyetçilik, hayvan hakları, homoseksüel hakları falan filanlar
gibi sahte devrimci sorunlar lehine gerçek devrimci hedeflerden –
genel olarak modern teknolojiyi ve uygarlığı yok etmek için-
sapmaktadır.

ikinci olarak, bu sahte devrimci sorunlara teslim olduğundan dolayı,
ga hareketi çok fazla solcuyu – modern uygarlıktan kurtulmakla
ilgilenmeyen, daha çok ırkçılık, cinsiyetçilik gibi solcu sorunlarla
uğraşan- cezp etmektedir. bu da hareketin enerjisini teknoloji ve
uygarlık sorunundan uzaklaşmasına neden olmaktadır.

üçüncü olarak, kadınların, hayvanların, homoseksüellerin haklarını
koruma amacı uygarlığı yok etme amacıyla birbirlerine zıttır, çünkü
ilkel toplumlarda kadınların ve homoseksüellerin çoğu zaman eşitliği
olmamıştır, ve böyle toplumlar genelde hayvanlara zalimce
davranırlardı. eğer birinin hedefi bu grupların haklarını savunmaksa,
o zaman en iyi politikası modern uygarlıkla uzlaşmaktır.

dördüncü olarak, ga hareketinin modern uygarlığın saf değerlerinin
çoğunu saf bir ilkel ütopya miti olarak benimsemesi, tekno-
endüstriyel sistemden kurtulmak için etkili, gerçekçi eylem yapmak
yerine ütopyacı fantezilerine çekilmeye daha eğimli pratik olmayan,
saf, hayalci ve uyuşuk insanları çok fazla cezp etmektedir.

aslında, ga hareketinin hıristiyanlıkla aynı rotaya kayabileceği gibi
bir mezar tehlikesi de vardır. başlangıçta, isa'nın liderliği
altında, hıristiyanlık sadece dinsel bir hareket değildi ayrıca
sosyal bir devrim hareketiydi. tamamıyla dinsel bir hareket olarak
hıristiyanlık başarılı oldu, fakat devrimci bir hareket olarak
tamamıyla başarısızlığa uğradı. kendi zamanının sosyal
eşitsizliklerini düzeltmek için hiçbir şey yapmadı, ve hıristiyanlar
imparator konstantin'le anlaşma fırsatı bulur bulmaz, roma
imparatorluğunun güç-yapısının bir parçası olup bütün değerlerini
sattılar.

ga hareketi ve eski hıristiyanlığın psikolojisi arasında rahatsızlık
veren bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. iki hareket arasındaki
paralellikler göze çarpmaktadır: ilkel ütopya= eden'in bahçesi;
uygarlığın gelişimi= ilk günah, bilgi ağacından elmanın yenmesi;
devrim= cezalandırma günü; ilkel ütopyaya geri dönüş=tanrının
krallığına varış. veganizm belki de hıristiyanlığın (paskalya
sırasında oruç tutmak) ve diğer dinlerin beslenme kısıtlamaları gibi
aynı psikolojik rolü oynamaktadır. ağaç kesme makinelerinin falan
bloke edilmesinde kendi vücutlarını kullanan eylemciler tarafından
alınan riskler, kendi inançları için ölen eski hıristiyanların
şehitliğiyle karşılaştırılabilir (hıristiyanların şehitliği bugünkü
eylemcilerin taktiklerinden daha fazla cesaretlilik istiyor o ayrı).
ga hareketi hıristiyanlıkla aynı yolda gitmeye devam ederse, devrimci
bir hareket olarak tamamen bir başarısızlık olacaktır.

ga hareketi belki sadece işe yaramaz olmayacaktır, aynı zamanda da
işe yaramaz olandan daha kötü olacaktır, çünkü bu hareket etkili bir
devrimci hareketin gelişiminde bir engel olabilecektir. teknolojiye
ve uygarlığa karşı muhalefet ga hareketinin programlarının önemli bir
parçası olduğundan beri, teknolojik uygarlığın dünyaya neler yaptığı
hakkında endişeli olan genç insan bu hareketin içine
sürüklenmektedirler. elbette ki sadece bu genç insanlar solcu, saf,
hayalci, beceriksiz tipler değildirler; bazılarının gerçek
devrimciler olmaya potansiyelleri vardır. ama ga hareketi içinde
solcular ve diğer işe yaramaz insanlar içinde boğulmaktadırlar,
böylece etkisiz hale getirilmekte ve yozlaşmakta ve onların devrimci
potansiyelleri boşa harcanmaktadır. bu anlamda, ga hareketi
potansiyel devrimcilerin yok edicisi olarak tanımlanabilir.

kendisini ga hareketinden ve onun saf uygar değerlerinden katı bir
şekilde ayıracak yeni bir devrimci hareket gereklidir. cinsiyet
eşitliğinin, hayvanlara merhamet göstermenin, homoseksüellere
tolerans göstermenin yanlış olduğunu ima etmiyorum. fakat bu
değerlerin teknolojik uygarlığı yok etme çabasıyla hiçbir ilgisi
yoktur. bunlar devrimci değerler değildirler. etkili bir devrimci
hareket, bunların yerine beceri, kendi kendine disiplin, dürüstlük,
fiziksel ve zihinsel dayanma gücü, dışsal etkenlere ve sınırlamalara
tolerans göstermeme, fiziksel acıya tahammül etme kapasitesi ve
hepsinin üstünde yüreklilik gibi ilkel toplumların katı değerlerini
benimsemelidir.

saygılarımla,
ted kaczynski

Pazar, Ocak 17, 2010

-

ne konuşasım var ne uyuyasım, birşeyler olsun istiyorum. ola ola ayağıma kadar gelsin, armut pişsin ağzıma düşsün. olsun işte lan, herşey güzel olsun, herkes güzel olsun. olsun lan ne var sanki.

-