Cuma, Ocak 18, 2013

Dedemin Hikayesi

Dedemin hikayesini yazabilir miyim? Dedemin hikayesini yazabilirim.

Dedemin Hikayesi

Sondan başlasam devamı gelmeyecek. Düzensiz, yıkık, göçebe kalmaya mahkum, göçer takip eder çingene gibi ortadan gireceğim. Hayatımda manalı manasız gurur duyduğum şeyler vardır, mesela gözlerimdeki çekiklik bana manasız bir gurur verir, Asyalılık, ne demekse... Dedeme benzemek, daha küçücükken bir "dede"ye benzetilmek de manalı saydıklarımdan. Belki de en güzeli benim için.

Bu annemin babasıdır.

Babası on dokuzuncu yüzyılın sonunda askere alınmış, neredeyse bütün Balkanlar askerliği sırasında elden çıkmış, Rus'lara esir düşmüş, yirmi yıl köyüne dönmemiş bir İbrahim. Oğlu Mehmet Ali, dedem. Dedem ata yadigarı köyden göçüp de, Karadeniz'in ortasında hala varlıklarını sürdürmekte olan ağalardan birine "maraba" olur. Giderek ağalık paşalık şehirleşir, Dedem de köyde bir ev kurabilmekle güzelleşir.

Altı kız, bir oğlan. Yenmemiş yedirilmiş. Şiir yazar. Çiftçi isimli bir şiiri vardır. Dilenci sonra, bir şiirinde Yağmur ister. Hepsi bir deftere yazılmıştır sert kapaklı. Kapaklardan birinde benim doğumum bile yazılmış, "Nurhan'ın oğlu oldu," henüz ismimiz yok, isim sonradan kazanılır.

Balık alırmış. Helva sonra. Açıkhava sinemasına götürürmüş kızlarını. Köyde ikinci televizyonu o almış. Atları varmış. Traktörü hiç olmamış. Kızları komşunun penceresinden televizyon izler diye köyün ikinci televizyonunu alan bir züğürt. Hamamlardan sonra gazoz ısmarlarmış. Kaşları kalın. Lakabı Çavuş imiş. 4 yıl askerliği var, İkinci Cihan Harbi'ne denk. Denizli'de ifa edilmiş.

Dedemin hikayesi nedir? Kızlarını evermiş, oğlu öğretmen çıkmış. Divan'ın altında bir büyük kutu dolusu kitabı var. Züğürt. Şiir yazıyor demiş miydim. Bana dar'a durmayı göstermiş. Başparmak başparmağa. Hiç üşenmeden, küçüçük benim önümde ayağa kalkıp dar'a durmayı göstermiş. Eski adam.

Sonra.

İşte iki binlerin başı idi, milenyumla birlikte tüm bilgisayar sistemlerinin çökeceğini bekliyor ve hiç umursamıyorduk, atari salonları yavaş yavaş yerlerini internet kafelere bırakmıştı. Tüm çocukları evliydi. Evdeydi, Ferdane Hatun'la. Ev dışına çıkmamak için bahane ettiği dört beş tavuk.

Sürerken.

Ben Dedem'e kitaplar gönderirdim, Dedem beni severdi her telefonda. Derdi ki, kitaplarını okudum. Annannem alırdı sonra, derdi, deden sana çok güveniyor. Bu "güveniyor" ayrı bir "güveniyor" içinde seni seviyor da var, senden bekliyor da var, sen adam ol da var. Her şey var.

Sonra nasıl başladı, bilmiyor muyuz, herşey PTT memuru şairimizin dediğince birdenbire mi oldu bilmiyorum. Dedem şaşırmaya başladı bazen. Köyde toplanmıştık, bir Ramazan ya da Kurban bayramı olmalı, salon şenlenmiş. Dedemi görüyorum, tam ortada kanepenin. Uzun da boyluydu, kalçasını kanırtmış, bacak bacak üstüne atmış, ama o kadar ferah o kadar gevşek duruyor ki, dünya umrunda değil. Söz alan herkese doğru yavaşça çeviriyor kafasını ve o sözü bitirip de başkasına verene kadar onun yüzüne dünyanın en umursamaz gözleriyle bakıyor. Kolları bağlı. Uzunca da bir adamdı.

Eşine, "Ana" demeye sonraları başladı. O zamanlar bazen bizi tanımıyordu ama her şey aklında, eskilerden sorabilirdin, şimdiyle ilgisi gittikçe kesiliyordu. İşte böyle bir zamanda, onu tuttum bir dergah'a götürdüm, etrafta "adlarına kurban olduklarının" isimleri yazılıydı, sevdi. Adam geldi, adamı sevdi. Uzunca konuştu, üç kitapla bitirdik günü. Sevdiğim bir Adam'ı, Dedem'in sevdiğine, sevindim. Dedem dedi, bak dedi işte dedi, Alim dediğin böyle olur dedi.

Ama

Mesela, bu oldun muhabbetin akşamında da, salon kalabalık kimse onunla ilgilenmiyor diye, tuttu kardeşimin lise üniformasını da giydi herkesten habersiz, sonra ilgiyi üzerine çekti. Çocuk muydu artık. Sabahki kimdi?

Neyse, Dayım'la tuttuk, Dedem'i ata yadigarı köyüne götürdük, köyü bu tüm Balkan'ı kaybeden uğursuz asker olan İbrahim'in köyü işte. Viran olan evin önünde durdu (evi kendi buldu) ve ünledi kocaman: Anaaa! Daha büyük bir sahne var mıydı yeryüzünde bilmiyorum.

Sonra ne oldu? Asıl soru bu idi. Alzheimer dedikleri zıkkım durdurulamıyor, yavaşlatılabiliyormuş biraz. 4 yıl kadar sürdü, Anasını çağırmasının üstüne yani bir yıl daha koyabiliriz heralde, ya da iki. Dağ gibi adam, uzun da boyluydu demiş miydim, o adam işte, artık fiziksel ihtiyaçlarını da gideremez oldu.

Banyo yapmamak için tüm aile bireylerini yumruklamışlığı vardır.
Sonra, duasını okudular, bir de ilçeden bir cami memuru çağırmışlar, bir de ona okuttular.

Sonra, hızlıca gömdüler.
Sanki geri kalkma ihtimali varmış gibi, delice bir hızla.
Hayatımda gördüğüm en orospu çocuğu kitle oradaydı, bir diğeri de bir otel etrafında, Sivas'da.

Böyle.