Salı, Ekim 18, 2016

Kışı Kandıran Bir Gün

Kışı andıran bir gün. Evde tek. Evde teklik başlıbaşına bir din, ilham olunur. İçerisi sıcak, dışarısı soğuk. Cüneyt cübbesinin altında kaybolan kim? 

Mutfakta loş bir ışık. Çaydanlık. 

Ne var elde? Kışı andıran bir gün, kendibaşınalık, çaydanlık ve tütün. 

Sarılmış bir tütün bu mevsimde gidenlerin yerini dolduruyor. Gidenler, gitmekle meşhur değiller belki, burada olmamaları kafi, biz gitti sayıyoruz onları. Bana yok yani. İşte mutfak, bomboş.

Tütün, bana pencere kenarında onu hatırlatıyor. Hafif bir rüzgar giriyor içeri, ama gülünüyor, üşünmüyor.  Ordan burdan laflar, saçmalamalar. İnsan sevince nasıl da rahat saçmalıyor. Saçlarından girip, ev haline, terliklerine, hayallerine, neresini alıp kalbime koymamışım bilmiyorum. İçi su dolu kabarcık. Şair burada kalbinin çamaşır suyuna bastırıldığını anlatıyor.

Aslında hiçbir şey de bitmiyor. Yıllar bize tekrar tekrar kurduruyor aynı sahneyi. Ya biz sahnenin bağımlısı olmuşuz. Krizlere giriyoruz onsuz. 

Senden bana hatıra ne var? Yadigari nedadi ki, men elan çi kar mikonem ba khodem. Ba ki hemderdi mi konem. Ba ki raje'bemo sohbet mikonem...

Sana değmez mi, dönüşü yok mu, ölürsen haberim olur mu? 

İki yıldır neden yazamadığım








 

Uçurduklarım

Allah dedik, gerisi bıraktım. Bizde tevekkül aile zanaatı. Zira bir bin imiş, bir de bin. Bunu kahvehanelerde sabah akşam pinekleyen herkes bilir. Bilaistisna. Bu zira'lar ve bilaistisna'lardan atmığından sonra, gerçek sesimle ünleyebilirim. 

Süslü cümleler, yabandan devşirilen kelimeler, ağızdan kaçanlar, bunların hepsi aylak sınıfın zihinsel mastürbasyonunun nişaneleridir diyen ünlü mütefekkir kimdi? İki dil ailesi yanyana uzun süre yaşarlarsa aynı şekilde düşünmeye başlarlar diyen almanca terim neydi? Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı, karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak?

Ya Haydar! Haydar'ı biliyorsunuz yaklaşık 20 yıl önce, demedim mi Haydar, demedim mi sana, demedim mi ulan dene dene Türkiye sathından bir güzel benzettiler bu çocuğu. Hem de kızların önünde filan. Hayır Haydar bilakis memnun olur hatasının söylenmesinden, ama Allah'ın da bazı özel sohbetlerinde dediği gibi, birini milletin önünde düzeltmek ona hakaret etmenin Arapçasıdır. Kimse de dostundan Arapça şeyler duymak istemez, hepimizin malumu... Neyse, üçlere yedilere kırklara yüzyirmiyedibinlere şükürler olsun ki, Haydar şimdi evli ve birisi kız iki çocuk babası. Şanslı piç Haydar. 

Şanslı piç, çünkü kız çocukları eve bir Tanrı geldiğinin habercisidir. Zira bizde Tanrı kadındır. Arabın, Frengin, Çinin erkeklerine benzemez. Koca göğsü ve evkuran kalçalarıyla sizi bağrına alır ve size yaşam verir. Alır, verir, alır, verir. Biz o kadına sadece aldığımız her nefes ve verdiğimiz her nefes için şükretmeye kalsak dahi, dedi Sadi, Gülistan'da, bunu beceremeyiz ve ona borçlu kalırız.

Mr. Kurugoth'ün birdenbire parlayıp, Dear Agha-i Şirazi, sen bizim Tanrımızı pinti bir Fars katibi mi sandın, diye bağırdığını dün gibi hatırlarım. Kurugoth iyi çocuktu, aile Katolik bunun, endüljans ödeyemedikleri için Tanrı üç dört idare etmiş ancak sonra affetmeyi filan kesmiş, üstüne bir de ödeyemedikleri dört senenin endüljansını istemiş. Bunlar da toplanıp, Prag taraflarında Alevi bir dedenin vesilesiyle Anadolu'nun Allahlarına inanmışlar. Hay Allah, lafı dinciler gibi uzattıkça uzattım. Yani yeni Alevi olduğu için biraz heyecanlıydı o dönemde. Şirazi'ye siktiri basmasını yadırgamadım, ancak Şirazi'nin gönlünü de aldım. 


Ve evet denge. Ömrüm boyunca dengeyi aradım. Beni rom içen marangoz padişahların atelyelerinde Hacıyatmaz olarak kullandılar bir süre, sonra Milli Şef beyaz treninde beni bir denge politikası olarak kullandı Cihan Harbi'nin İkincisi'nde. 60 darbesinde Anayasa komisyonunu dengeleyen de bendim.

Evet annem bazen kızar. Yani sevinmez. Denge işinde hiç para olmadığını düşündüğünü sanıyorum içten içe. Haklı da. Ancak siz de takdir edersiniz ki, Yıldız Sarayı'nda bir gün o kadar vernik boya üstümdeyken sokaklara çıkamazdım, ya da Milli Şef'e, ki adam ülkeyi kurtarmış, ya iyi diyon hoş diyon da benim dengemi bozmayınız diyemezdim.

İki sebepten: Çünkü o mısra daha o vakit yoktu ortalarda. Ve biz sorumluluk kültürüyle yetişmiş ayakların insanları olarak, vatan'a bir borcumuz olduğuna iman etmiş durumdayız. Vatan beni yetiştirdi, Halkı uyandır dedi. Halk olmadan birşey olmaz, Halkı uyandır dedi. (Halk bu arada, "Aaaaaşkıııım beş dakika daha diyerek, sağı üzerine dönüyor.) Yoksul halkı emekçiyi kaldır uyandır dedi.

Neyse baktım Halk'ın uyanacağı yok, ben de kenarına kıvrılıverdim. İçim geçmiş geçmemiş birisi daldı odaya elinde anahtarlık ülkenin bütün demir dolaplarına yükleniyor, ama nasıl yüklenme, bağırdı

- Kalkın ey ehl-i Vataaaaaaaaaaaaan!

Kalktık. Geldi, yüzüme baka baka, geçti halkın yanına kıvrıldı yattı orospu çocuğu.

Yani demem o ki sevgili okuyucu, Muhammed vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi. 



Bay Laçin Doğuranköy
1937 Kasım'ı.
Karadeniz.