Pazartesi, Aralık 21, 2009

Sorular Kitabı

-


Ben odaya girince, tek aktivizmi kendi tütününü sarmak olan yaralı deve gibi bir nefes daha verdi. Sarı odasında bin yıllık bir dervişin ağız kokusu vardı ve belki Lut peygamberin kendi isminin hiçbir çocuğa koyulmamasından duyduğu küskünlük:

“Efendim, ruhbanlar sizi bir müslüman için fazla duygusal buluyorlar” dedim. Yine iğrenç işçilerin kıllı ve yağlı vücutlarını keselemeye uyanan kırk yıllık bir tellak gibi, havaya birşeyler yazdı:

“Bence de, ruhbanlar çok sikici”

Hırslı bir türkçe karakter aşığı olarak öğle yemeği için sabırsızlanan ağzımı açmamla, payımı almam bir oldu:

“Sikici diyorsam sikici ulan, uzatma!”

*

Dışarda dünyanın neresinde olduğumu unutturan bir yağmur var. Ne desem kar etmez bu gece dinmez midemin sancısı sandım. Tuvaletlerde uzun müslüm gürses seansları, allah’ın ayetlerini sigara bilip bir bir çekmek. O düzene boğazındakini her an kusacakmış gibi söyleyen sesi iyice açtım; sakin göllerin kuğusuymuş, hasiktir ordan!


Aslında ben yatmıştım. Uyuyor da sayılırdım haa, ama ne olduysa oldu, aklıma lise yurdumun koridoru geldi. Lise yurdunun koridoru, dünyanın en manalı ayetidir dedim sonra, iyice uykum kaçtı. Sigara bulmam lazım, üstelik içmek için değil, Bekir bilir. Aslında öykümüzde Bekirlere yer yok ama anlayın işte birşeyler başka birşeyler artık. Uzuuuuun bir koridor düşleyin, nüfus müdürlüğü boyasında, iki yanda da sayısız kapılar, soğuk, tek banyo koridorun sonunda elli kişiye bir kabin düşer, soğuk demiş miydim, bir o kadar tanımadığın, günbegün değişen. Yürüyen bir genç de kurdunuz mu içine, dünyayı insan kılığında görse düzecek kadar hırslanmış, ötekilenmiş, berilenlememiş? Kendi türküsünü söylemesi yasak.


Birşeyleri geride bırakmayı ne çok seversiniz. Liseyi bitirmek mesela, üniversiteyi hatta, işsizlik günlerini, bekarlık günlerini bitirmek. Soyka bir hüzün sizin de her gece yatağınıza girmiyor mu? Nasıl insansın demiyor mu rüyanızda bir aksakallı dede ot çekerken, kafayı koyar koymaz uyuduğunuzda? Hiç mi derdin kederin yok gavat diye hiddetlenmiyor mu dişsiz ağzıyla?


Gönlünüzdeki derdi tanıyan çıktı sevinciyle, arkadaşınızın eksi ikinci kattaki evine gittiğinizde, o yatakhane koridoru soğuğunu yüzünüze yediğinizde ve aynı dervişin binyıllık pis ağzıyla burda da nefes alıpverdiğini hissettiğinizde, dünyalar sizin olmuyor mu? Geceler boyu, bu yalanın içinde sadece sen, Lut, Şuayb ve Nuh’un hadi diyelim ismini bilmediğin öte gecekondulardan bir iki açının daha önemsediği kalbe standart delikler açan filmler izleyince, sizi vidalayacak bir peygamber hayal etmiyor musunuz? Sobanın son çıtırtıları da bitince, nereden estiği meçhul o rüzgarın sizi evin içinde dahi unutmamasının verdiği mutluluk göğsünüzü genişletmez mi? Battaniyeden arta kalan uzuvlarınızın üşümesinde bir öğrenci evi sevgisi bulmaz mısınız?


Ama ben hep böylesiniz hayal etmiştim. Otobüs durağında, bujiteride, kahvehanelerde, ayakkabı tamircilerinde, okulbahçesi simitçilerinde, mahalle bakkalı ibneliğinde, kodaman ensesinde, asker nöbetlerinde, taşralı yevmiyesinde, memur yavşaklığında, hacıağa evlerinde, emekleyen hür teşebbüsün güzel memurelerinde, cemiyet hayatının bacaklarında, yatılı okul çocuklarının soğuk tuvaletlerinde, kimsesiz köfteci soğanında, telaşlı kasaba kürtajında, teknisyen dişçekmelerinde, uçak tamirlerinde, genelev tatlıcısında, genç vaizin apışarasında, azgın teke gönlünde, sürgün çınar gövdesinde, atı ölen arabacı biçareliğinde hepsinde işte, hepsini saymamı istemeyeceksiniz ya, hepsinde işte hepsinde, ben hepsinde bir insan hüznü yakalamıştım. Her zalime, doğası gereği öküz olan bir çocuk sevgisi duyardım. Ama yanıldığımı söylüyorsunuz üstelik gecenin bu saatinde, üstelik işsizim, üstelik kalçamı pıçaklamak isteğimden birşekilde haberdar olduğunuz halde.


-

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Cemal Süreya'nın Eşi Zuhal'e Mektubu

Cemal Süreya'nın eşi Zuhal Tekkanad hastanedeyken, ona yazdığı mektuplardan biri:


Portrait of Mary Gunning, Countess Of Coventry,
Jean Etienne Liotard, 1749


15 temmuz 1972

senin eşsizliğin, bulunmazlığın üstüne ne söylesem eksik kalır. sadelikten korkmayan bir kadınsın bir kere. o köprünün altında vb. satılan balık-ekmekten alıp yemek istemen beni çok gönendiren şeylerden biri. sana ondan almak isteyişimin tek nedeni midenin sağlığını düşündüğümdendir. bunu kaç kez söyledim sana. adapazarı'ndaki kızla - neydi adı onun? - çektirdiğin fotoğrafta senin bütün hayat tavrın gizli. en gösterişsiz koşullarda da sen o koşullardan hiç utanmadan, hiç yüksünmeden, bir ayağını gözüpek bir rahatlıkla ileri atabilirsin. beni nasıl savunursun sonra. birisi bana çok şişmanladığımı söylemişti de, hemen saldırıya geçmiş, şişman olmadığımı ileri sürmüştün. oysa pekala fazla okkalanmıştım o günler. sen busun işte. sevdiğini her durumda savunursun, onun kusurlarını görmezsin. ne sevgilisin sen.

ama aragon'un şu sizesi de bir gerçek:
"göğsüne bastırırken kırar sevdiği şeyi"

o da var. kişi kimi zaman çok sevmenin getirdiği yanlışlıklara da düşüyor. sevdiği şeyi göğsüne fazlaca bastırırken örseliyor onu. hoyratlaşıyor bir yerde aşk. acaba bu gerçekten aşkın kaçınılmaz bir gereği mi? kimi zaman öyle belki. ama, ben öyle olmamalı diyorum. insani çizgiden sapmamalı. aşkı insani çizgide bütünlemeli. mutluluk da sanırsam, o zaman bütünleniyor. güven mutluluğun temelidir. güven aşkın ve her türlü aşkın, yani cesaretin, yani kavganın temelidir. mevhibe'nin ismet'ten kuşkulanabileceğini aklı nalıyor mu? bu noktada bir özeleştiri yaparsak, sende güvenin, bende bakımın zaman zaman aksar gibi olduğu sonucuna varabiliriz.
ne demiş şair:
"aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti"
aynı şair şöyle bir dize de ekleyebilirdi şiirine:
"aşklar tam güven istiyor güvenemedin gitti"
"ince vızıltı"
memo bugün denize gitti. şapkasıyla. içsel, kardeşi gamze ezel'le akşamdan geldi. gece bizde kaldılar. sabah da memo emrah'ı alıp kampa gittiler. memo bensiz gitmek istemedi. "babam gelmezse denize gitmiyorum" dedi. sonra ben kendisini ikna ettim. "denize girmemek" ve "başını sabunlamamaları" şartı ile razı oldu gitmeğe. akşam getirecekler. yarın sabah da onu perihan'lara götüreceğim.
seviyorum seni.
se-vi-yo-rum.
sen?

simdi gidip sana bir tavuk alacağım. seversin sen.
sıcak su geldi. banyo yaptım. akşam saat 08.30'da ercü geldi. içsel'ler evde olduğu için ercü ile çıktık. kahveye gidip oturduk. sen uyuyabildin mi? verilen yemeklerini yedin mi? tavuğun bir budunu o yanındaki kadına ver, gerisini bir oturuşta yersen çok sevinirim. werther de charlotte'nin üst üste verdiği tereyağlı ekmek dilimlerini atıştırmadan edemiyordu. unutma bunu.

yaz günleri geldi. geçen yaz neredeydik, bu yaz neredeyiz, gelecek yaz nerede olacağız kim bilir?
anımsayalım o dizeleri yeniden:
"hayat kısadır kuzucuklarım
yine de uzundur kuzucuklarım."
şişli'de okmeydanı dolmuşlarının kalktığı yerde, salaş bir kahvehanede yazıyorum sana bunları. cocacola içtim. sigara içtim. az sonra sana koşacağım.
bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana
anlasana!

Cemal Süreya

Üstü Kalsın

-

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...



Cemal Süreya
Yeni Yaprak, sayı:13, Ocak 1990

-

Cuma, Aralık 11, 2009

Tanrılar Kurban İstiyor #3

-

İstanbul Film Festivalinde Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmiyle En İyi Türk Filmi ödülünü aldığında yaptığı konuşmadan:


"Bu ödülü karıma armağan ediyorum,
çünkü gerçek yönetmen O,
ben sadece sinema yapmak için onu
buradaki insanların asla bilemeyeceği yoksulluklara ittim
ama O hep benimle oldu..."


Ahmet Uluçay

-

Bırakıp Gittin Beni

-

bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma koydun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen


Louis Aragon
-

Pazar, Aralık 06, 2009

Tanrılar Kurban İstiyor #2

-

(...)
Bu kıvılcım, imparatorluk devlet görevlisi sınavında başarısız olmuş (böyleleri, siyasi dargınlığa çok yatkın oluyorlardı), takıntılı, belki de ruh hastası bir peygamber ve mesih önder Hung Hsiu Chuan'dan (Hong Xiuquan*) (1813-64) geldi. Sınavda başarısız olması üzerine bir sinir buhranı geçirerek kendini dine verdiği kesindi. 1847-8 civarında Kwangsi Eyaletinde bir "Tanrıya Tapanlar Cemiyeti" kurdu. Köylüler ve madenciler, Çin nüfusunun büyük bölümünü oluşturan yoksul dilenciler, çeşitli ulusal azınlık mensupları ve eski gizli cemiyetlerin taraftarları, hızla cemiyete katıldılar. Ancak Hung'un vaazında önemli bir yenilik vardı. Hristiyan yazılarından etkilenmiş, Canton'daki Amerikan misyonerliğinde bir süre kalmış; dolayısıyla, aksi halde Mançu karşıtlığının , sapkın dinsel ve toplumsal devrimci fikirlerin malum bir karışımından ibaret kalacak olan düşüncesine önemli batılı öğeler katmıştı. İsyan, 1850'de Kwangsi'de patladı ve öylesine hızla yayıldı ki "Evrensel Barışın Göksel Krallığı"nın , bir yıl içinde, başında Hung'un bulunduğu yüce bir "Çin Krallık"ı halini aldığını söylemek mümkündü. Bu, halk kitlelerinden büyük destek gören ve Taocu, Budist ve Hristiyan eşitlik fikirlerinin baskın olduğu toplumsal bir devrim rejimiydi hiç kuşkusuz. Aile birimlerinden oluşan bir piramit temelinde teokratik bir biçimde örgütlenmiş olan bu rejim, özel mülkiyeti kaldırdı (Topraklar mülk olarak değil, sadece tasarruf amacıyla dağıtıldı); kadın-erkek eşitliğini yerleştirdi; tütünü, alkolü, afyonu yasakladı; (haftanın yedi gün olduğu) yeni bir takvim getirdi ve çeşitli kültürel reformlar gerçekleştirdi; bu arada da vergileri azaltmayı ihmal etmedi. 1853'ün sonunda en az bir milyon faal militanı bulunan Taipingler, Güney ve Doğu Çin'in büyük bölümünü denetimleri altına aldılar ve (büyük ölçüde süvari yokluğundan ötürü) kuzeye doğru fazla ilerleyemedilerse de, Nanking'i aldılar. Çin bölündü, hatta (1868'e kadar bastırılamayan) kuzeydeki Nien köylülerinin, Kwechow'daki Miao ulusal azınlığının ve güneybatı ile kuzeybatıdaki diğer azınlıkların isyanlarında olduğu gibi Taiping yönetimi altında olmayan yerler bile büyük ayaklanmalarla sarsıldı.
(...)

-

Tanrılar Kurban İstiyor #1

-

"Ya burası? Burada beni ne bekliyor? Ölmüş adamın hikayesini bilirsiniz, belki! Tanrının hakkında vereceği kararı bekliyormuş öbür dünyada. Bir yıl, on yıl, yüz yıl beklemiş. Sonunda hakkındaki kararın verilmesi için yalvarmış. Daha fazla beklemeye katlanamayacağını söylemiş! Şu cevabı almış: Nedir beklediğin? Cehennem...desin çoktandır. Gerçekten de öyleydi, saçmaların saçması ve boşuna bir bekleyiş cehennemin ta kendisidir. Bundan daha korkunç bir cehennem olur mu? Savaş mı? Okyanusu aşıp arkanızdan da yetişebilir. Her şeyden bıkkınlık getirdim. Doğduğum yere döneyim istiyorum."


Anna SEGHERS / Transit


-

Okumuş Bir İşçi Soruyor

-

yedi kapılı teb şehrini kuran kim?
kitaplar yalnız kralların adını yazar.
yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
bir de babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış babil’i her seferinde?
yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen lima’nın?
ne oldular dersin duvarcılar çin seddi bitince?
yüce roma’da zafer anıtı ne kadar çok?
kimlerdir acaba bu anıtları diken?
sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca bizans’ta?
atlantid’de, o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.

hindistan’i nasıl aldıydı tüysüz iskender?
tek başına mı aldıydı orayı?
nasıl yendiydi galyalıları sezar?
bir ahçı olsun yok muydu yanında onun?
ispanyalı filip ağladı derler
batınca tekmil filosu
ondan başkası acaba ağlamadı mı?
yediyıl savaşını ikinci frederik kazanmış ha?
yok muydu ondan başka kazanan?

kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
ama pişiren kimler zafer aşını?

her adımda fırt demiş fırlamiş bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?

işte bir sürü olay sana.
ve bir sürü soru.

-

fragen eines lesenden arbeiters

wer baute das siebentorige theben?
in den büchern stehen die namen von königen.
haben die könig die felsbrocken herbeigeschlappt?
und das mehrmals zerstörte babylon-
wer baute es so viele male auf? in welchen häusern
des goldstrahlenden lima wohnten die bauleute?
wohin gingen an dem abend, an dem die chinesische
mauer fertig war
die maurer? das große rom
ist voll von triumphbögen. wer errichtete sie? über
wen
triumphierten die cäsaren? hatte das vielbesungene
byzanz
nur paläste für seine bewohner? selbst in dem
sagenhaften atlantis
brüllten in der nacht, wo das meer es verschlang
die ersaufenden nach ihren sklaven.

der junge alexander eroberte indien.
er allein?
cäsar schlug die gallier.
hatte er wenigstens einen koch bein sich?
philipp von spanien weinte, als seine flotte
untergegangen war. weinte sonst niemand?
friedrich der zweite siegte im siebenjährigen krieg.
wer
siegte außer ihm?

jede seite ein sieg.
wer kochte den siegesschmaus?

alle zehn jahre ein großer mann.
wer bezahlte die spesen?

so viele berichte.
so viele fragen.


-

Bertolt Brecht
Çev: A. Kadir, Halkın Ekmeği'nden.