Salı, Temmuz 15, 2008

Benden Selâ Olsun Anadolu'ya

-

Feysbuk
denilen, herkesin istediği gibi kullandığı güzide sitede, ben en çok yunanlıları ve ermenileri izlemekten hoşlanıyorum. Bilmiyorum belki dine, inanca, eski düşmanlıklara rağmen, bize benzeyen ama bizden olmayan insanlar görmek güzel. Ermeniler hala eski kırgınlıklar içinde pek ketumlar belli, bunu sosyo-ekonomik açıklaması da yapabilirim kendimce, efendim işte kişibaşına geliri yirmibin dolar olsun da ben göreyim o zaman diye. Yunanlılardaki durum o, rahatlar, açıkca geçtiler bizi, keyiflerine bakıyorlar, bir de gelip ikide bir İstanbul'a! Kendilerine güvenleri var ve bariz bir şekilde çok daha konuşkanlar Ermeni'lerden.

Üç yıl kadar önce, bir sitede tanıştığım Lazaris'le ingilizce yazışırken, bir yerde dalgasına 'Maşşaallah' yazmiştim, hemen beni durdurdu, ve "o ne demek o ne demek dedi" ben de olanca ingilizcemle (nasil anlattiğimi sormak gibi bir puştluk düşünenler vardır şimdi kesin) anlattim.

Babannem bize öyle derdi, dedi. Lazaris'in ailesinin Trabzon göçmeni olduğunu biliyordum zati (hatta o bunu söyleyince burda da birsürü Selanik göçmeni var ayağında, sadece size değildi zorunlu göç mesajı verip yurttaşlık görevimi de yapmıştım) ancak şaşirdim bayaği, ikicisinde koptum, dedi ki;
bir de şöyle bir şey söylerdi; yaaovruum!
Bilmiyorum neden, ya da biliyorum da hala bunu uluorta söylememeyi tercih ediyorum, böyle şeyler çok dokunur bana. Bir kadın, yaşlı bir kadın, yunan torununa, hiç göremeyeceği, ya da orasını asla kendi memleketiymiş gibi hissedemeyeceği bir toprağın sevgi sözcüleriyle hitap ediyor; yaaovruum!

Bu hisseden insan için o kadar acı birşey ki. Sanmıyorum anlayabilsinler, ömürleri boyunca kendilerini anlatamayacakları bir ortama girmemişler. Kendini tüm hayatı boyunca, hayatına yabancı hisseden, hayatına resmen oynayan, oynamak zorunda kalan insanlar hissedeceklerdir, hatta gözleri biraz yaşlanır. Doğduğunuz evin, asla sizin olmayacağını, asla sizi siz gibi tanımayacağını bilmek ne kadar acı bilseniz. Hayatınızı vakfettiğiniz insanların, sizi siz yapan şeylerden bihaber önünüzden akıp gitmesi... Sizin ikide/bir kabz halinde bulmanız kendinizi. Yeter allahım artık bitsin bu oyun, ya da bana güç ver çıkayım, çıkartayım kendimi. Ama yok. Sen o zırhın arkasında kılıç yarasından korurken bedenini, kulağından giren dost nameleri ruhunu mahvetmeye yeter de artat bile. Hayır, diyebilir misiniz, aslında o öyle değil, ya da. Hayır. Diyemezsiniz.

Bizim toplumsal alzheimer düdüklüğümüzden mi nedir, ya da bizim bize hala duvarlar ördüğümüzden midir, anadolu'da böyle hikayeler dinleyemedim henüz, bir tanesi hariç, belki bu doğrudan bir göç hikayesi değil ama, insanın doğduğu yerden kovulması, kovan devletin onu kendinden görmemesi, kovulanlarınsa yeni yurtlarına bakıp, orayı da kendilerinden görememeleri, içten içe oradaki farklılıklarını anlaşılmaması için dua ettikleri ve kendileri diri diri gömdükleri bir hikaye, ağlayan bir hikaye;
anneannem, yengeme gözyaşları içinde açıklamış dedemin alevi olduğunu. yengem de bunu aile içinde konuşacak kadar önemli bulmamış anlaşılan, konusu açıldığı zaman laf arasında söyledi ve benden başka kimsenin ilgisini çekmedi. dedemin ailesi girit'ten avşa'ya gönderildikleri zaman bunu avşa halkından saklamışlar. dedemin babası ise kızıl bir sarığı ölene kadar korumuş ve onunla gömülmek istediğini vasiyet etmiş. kıyametler kopmuş adada. dindar bir sünni kızı olan anneannem ise bir aleviyle evlendirilmiş olmanın travmasını çocuklarından gizleyebildiği kadar gizlemiş ve susmuş. (....) biz dedemin alevi olduğunu bilseydik hayatımızda hiçbirşey değişmezdi (....) ama dedem bunu kendi çocuklarına rahat rahat söyleyebilmiş olsaydı, hayatında çok şeyin farklı olacağına eminim. [emuncipation'dan]
Gelelim beni oturup da bunca şey yazmaya iten ve artık gönlümün bu acıyan yarasını yazıya dökmemi söyleyen son olaya. Başlangıçta dediğim gibi, feysbuk namıyla meşhur sitede, Learn Greek-Learn Turkish grubunda geziniyordum, Makis Nikiditis'in şu mesajı gözüme çarptı;
My grandmother, used to say many proverbs.
I remember from my childhood -Uzun adam ahmak olour- it's only what my ears remember, I don't know if it's correct, or to explain, please do this for me :)
I'll try to remember more...
Benim kadar bile ingilizce bilmeyenler için küçük bir çeviri;
Babannem bir çok deyim kullanırdı.
Çocukluğumdan hatırladığım, kulak dolgunluğu olan bir deyim var - Uzun adam ahmak olour - bilmiyorum doğru mu, benim için açıklayabilir misin, ne demek?
Daha fazlasını hatırlamaya çalışacağım...
Ben bilhassa 'olour' kısmına bayıldım. Seslendirir misiniz? Olour! Hah-ha, beyaz perdedeki her yunan türkçe'yi böyle kullanmaz mı? Ah be babanne, kimler için diyordun acaba, damadına filan mı laf sokma derdindeydin, yoksa o yezid muhtara mı, evinin önüne çeşme yapmayı dert edinen. Hala hayatta mısın, kaldı mı seninle iki çift laf edecek göçmen! Hatırlar mısın köyünün toprağını, tarlalarının ismini, sahi tavuklarınız nerde, muhtemelen hala orada senin tavukların torunları. Bak sen nerde böyle.

İstanbul'da zorunlu iskan olmuş, ekmek aş bulamamış, çocukları dahi kürtçe bilmeyen, kendi kendine, acısını, sevincini, türküsünü kürtçe söyleyen kaç babannem var benim? Sinirlendiği zaman bir uzun adama, uzun adam ahmak OLOUR diyip bağırandan daha mı kalabalık, sobanın yanında gün boyu kürtçeden başka dil bilmeyip oturan. anam neden öğretmedin oğluna kızına.
Dil ölmüyor, dildeki beceriksiz bir ric'at! Artık para etmiyor o muhitte, çocukluğumun dili, süt emdiğim dil, sünnet olduğum, gol attığım, sobelediğim o dil, artık buraların değil. yoksa ben mi değilim buraların, dil bana bunu mu anlatır.

Hayat! Sen bizimleN taşşak mı geçiyorsun, çok affedersin!?

-

Hiç yorum yok: