Çarşamba, Şubat 20, 2008

uy


uyandım. kalkıp kalkmamayı düşündüm. kalkmaya karar verince, ne zaman? belirdi. kahvaltı yapmalı mıyım? bizi kimse anlamayacak mı civanım tanrı? ekmeği kaşarlayıp ısıtıyorum. ne güzel kuru kuru. hemen koşturmalıyım ki servise bineyim. koşturuyorum. asansör günümün en koşturmadığım anları. ayakaplarını bağla ey oğul. servise binmek neresinden bakarsan bir sınıf mücadelesi ve diyalektik materyalizm buna izin veriyor. ne mutlu diyalektik materyalizme. yolcumu uğurluyorum, şehirlerarası otobüs terminali hep sütten kesilen bir bebeyi hatırlatır bana, onun o buruşturduğu ve ağlamaya yüz tutmuş yüzü. ah kırmızı suratıyla bir bebeyi ne susturabilir. gelirken yollar kardı ve ben kayıp düşer miyim diye düşündüm. düşsem, arkamdan, “yaşasaydı zort olacaktı” diye manşet atacaklar mıydı? annem ne olacak. kaydım ama düşmedim. büyüyünce, kendime “gençliğini nasıl da güzel becerdin kovboy, senin kafana sıçayım, nasıl?” diyeceğim. bu aralar herkes vaktimi ne için harcadığımı soruyor, evvelden tek tanrı sorardı ders kitaplarında. demek ki düşük maaşta insan tanrıcılaşıyormuş. tam on yedi dakika sonra dersim başlayacak, dersim dediysem, benim değil ve kan içinde de değil. ben siyasi filolog olmak için mücadele veriyorum ve bu mukavemet düşüm gerçekleşecek elbet. on altı dakika sonraki ders ise, sayılarla uğraşan bir bilim dalı. bana ne. “çay içelim mi?”, bu jonathan, yirmi iki yaşında ve şimdi sayalım desek herkesin üşenip saymayacağı kadar gün yaşamış ama hala ne yapmak istediğini bilmiyor. tamam çay içmek istiyor. ama çay içerken çok endişeli olacak çünkü ne yapacağını bilmiyor. çay içtik. derse çıkıyoruz, dersi derste öğrenmek, deveyi dizde düzmek ve şiiri düzde kuşatmak birbirleri ardısıra yol alan ortaçağın büyük kervanlarındandır. ama şimdi nerde öldüler? dersten çıktık. alnımı taşlara vurmalıyım. sultan mehmed’i çok düşündüm, çünkü hep ağlamaklı bir asker gibi görünüyor gözüme, keşke bir macar köylüsü olsaydı toprakları savaş alanına dönen. benim hekimbaşılarımı köprüden sallandıranlar pek zevksiz tellallarmış. bir binanın yanması daima münferit vakadır. öğlen oldu çünkü karnım acıktı. çorba içeyim diyorum çünkü o ağzında pide varken konuşan yeniçeri yiyecekleri pek bir hamursu. ziyade olsun. yaylan babalık dersin var, beynelminel iktisat ne ferahlatıcı bir mevzû, hele hocası nam-ı diğer; Hacivat.


Hiç yorum yok: